Category: Uncategorized


23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun

Suriye Türkmenleri

1. Suriye coğrafyası

Coğrafya tarihin ana yurdusudur
SURİYE
Suriye yüzölçümü 185,180 km2 olan, Asya’da Müslüman bir Arap ülkesi olarak tanımlanıyor.Suriye’de yaşayan insanların nüfusu 16,673,282 (1998) şimdi 20 milyona tahmin edilir, Suriye doğu yanında Iraktır, batı ak deniz ,güney urdun ve kuzey türküyedir, Suriye idaresi 14 muhafazaya bölünmüş , Şam(Damascus)
Suriye başkent şehiri , başka büyük şehirleri Halep, humus, hama, ve Lazkiye. Ortadoğu’da bulunan Suriye bu coğrafyada yer alan pek çok ülke gibi çok dinin (mezhebin), ırkın, dilin bulunduğu demografik bir yapıya sahiptir. Bugünkü Suriye’de yaşayan Türkmenlerin durumuna geçmeden önce Suriye’deki tarihi seyri ve bu seyre bağlı olarak Türkmenlerin buraya gelişlerini gözden geçirelim
2. Suriye Türkmenlerinin Kısa Tarihçesi Suriye, bulunduğu coğrafi konum itibariyle; doğu ve batıyı birleştirdiğinden Anadolu’nun tabii bir uzantısı olmasından ötürü hem doğu ve hem de batıdaki devletlerin ilgi odağı olmuştur. Sümerler, Asurlular, Makedonyalılar ve
Romalılar Suriye’de hakimiyet kurmuşlardır.İslamiyet’in doğuşundan sonra bölgede, Hz. Ömer’le başlayan bir İslimi hareket görüyoruz. Bu durum, Emevi ve Abbasi hanedanlıkları zamanında da devam etmiştir.
Suriye’deki Türkmenlerin daha 7. ve 8. yüzyıldan beri Fırat ve Dicle boylarına indikleri, ayrıca, Mezopotamya’dan ve Anadolu’dan Suriye’ye göçtükleri 9. ve 11. yüzyıldan buyana bölgede yaşadıkları bilinmektedir. daha önce Mısırda bir Türk komutanı Tolun oğlu Ahmed kendi hanedanını kurmuş (875) ve bu hanedan 905 yılına kadar devam etmişti. Tolunoğlu Ahmed Suriye’yi (877) almıştı .
Daha sonra yine başka bir Türk komutanı Toğaç oğlu Muhammed Ebu Bekir, tarihte İhşidî adıyla anılan hanedanı kurmuş ve bu hanedan (935-969) yılları arasında bölgeye hakim olmuştur. Her iki Türk hanedanı, Abbasî halifeliğinin bir politikası olarak Türk komutanları ile Türk askerlerine, orduda büyük yer vermelerinin sonucunda doğmuştur. İhşidîler’i (969) yılında Şiî Fatımî devletine yıktı.

X.Yüzyılın birinci yarısında Abbasî İmparatorluğu iyice parçalanmış, Irak’ta

bile kuvvetini hissettiremeyecek bir duruma düşmüştü. Bizans bundan faydalanarak

karşı taarruza geçti ve birçok yöreleri ülkesine katmaya muvaffak oldu. Bizans’

a karşı, kuzey Suriye ve Cezîre’nin (Kuzey Irak ve bazı Güney Anadolu yöreleri)

hakimleri olan Hamdanî hükümdarları karşı koymaya çalıştı. Bu cümle adı geçen

hanedanın en büyük hükümdarı olan Seyfü’de-devle, Seyfü’de-Devle’nin en ünlü ve

muktedir kumandanlarından birinin “Türk Yemek” olduğunu biliyoruz. Bu Türk

kumandanının Kimek elinin yemek boyundan olduğu için böyle anılmış olması

muhtemeldir. (ölümü:951-2)

Türklerin bölgeye gelip yerleşmeleri, Büyük Selçuklu Devleti’nin Gazneliler’le

yaptığı Dandanakan Savaşı sonrası olmuştur. Büyük Selçuklu Devleti, bu savaştan

sonra özellikle 1063 yılından itibaren kendi hayat tarzlarına uygun buldukları

bu bölgeye yerleşmeye başladılar. Özellikle Halep, Lazkiye, Trablusşam ve Asi

Irmağı vadisi boyunca Hama, Humus ve Şam bölgesinde bu yerleşme yoğunluk

kazanmıştır. Türklerin buraya yönelik akınları Afşin ve Sandık Beyler

komutasında Halep’e kadar devam etmiştir. (1069-1070) yıllarında ise Kurlu ve

Atsız Beyler, Güney Suriye’yi tamamen ele geçirmişlerdir.

(1071) yılında Malazgirt Savaşından sonra Aşağı ve Yukarı Fırat boylarında,

Saltuklar, Mengücekler, Danişmendiler, Yınaloğulları, Artuklar gibi Türk

Beylikleri kurulmuştur..

(1077) yılından beri Suriye Selçuklu meliki olan Tutuş, kendini sultan ilân

ederek, Oğuzların Yıva Boyu ile Bayat, Avşar, Begdilli, Döğer ve Üçoklar

oymakları Şam ve Halep’e yerleşmişlerdir. Berkyaruk’un üzerine yürümüş, fakat

yenilmişti (1095). Oğullarından Rıdvan Halep’te, ve Dokak Şam’da hâkimiyetlerini

ilân ettiler. Halep hakimi Rıdvan Haçlılarla mücadele etti. Bir ara sınırlarını

Güney Anadolu’ya kadar genişletti.

(1117)’ye gelindiğinde her iki bölgede de hâkimiyet, atabeylerin eline geçmişti.

Suriye Selçukluları’nın Şam kolu, Atabey Tuğtekin tarafından yönetiliyordu. Oğlu

Tacü’l-mülk Böri babasının ölümü üzerine idareyi ele aldı. Pek güçlü olmayan bu

atabeylik, Zengî Atabeyi Nureddin Mahmut tarafından ortadan kaldırıldı (1154).

(1127) yılında Melikşah’ın Halep Valisi Ak-Sungur’un oğlu İmadeddin Zengi’nin

Musul valiliğine getirildi. Haçlılara karşı verdikleri mücadelelerle öne

çıkmışlardır. İmadeddin Zengî, Haçlılardan Urfa’yı alınca Avrupalılar II. Haçlı

Seferi’ni düzenlemişlerdir (1137). Zengî’nin ölümünden sonra atabeylik Musul ve

Halep olmak üzere iki kola ayrıldı (1146). Halep’teki oğlu Nureddin Mahmut haçlı

kontluklarına karşı başarılı mücadeleler verdi. Şam’daki Börileri kendine

bağladı. Haçlılarla iş birliği yapan Mısır Fâtımî Devleti’ni ortadan kaldırdı

(1171). Nureddin Mahmut ölünce atabeylik Eyyubi ailesine intikal etti (1174).

Selahattin Eyyubi komutasındaki Müslümanlarla birleşerek Haçlılara karşı bölgeyi

savunmuşlardır

Selahattin Eyyubi’nin ölümünden sonra bölgeye bir başka Türk devleti olan

Memluklular hakim olmuştur. Anadolu’ya hakim olan Türkiye Selçuklu Devleti ise,

1243 yılında Moğollarla yaptığı Kösedağ Savaş’ını kaybetmesi sonrası ağır Moğol

baskısı altında kalmıştı. Bu baskı sonucu özellikle Kayseri ve Sivas’ta yaşayan

Türkmenler, Memluk Sultanı Baybars zamanında Suriye bölgesine yerleşmişlerdir.

Bu dönemde Suriye’ye gelip Şam’a yerleşen Türkmenler, İlhanlı hükümdarı Ebu Said

Bahadır Han’ın ölümünden sonra çıkan siyasi karışıklıktan faydalanarak 1337’de

Elbistan civarında Dulkadiroğulları beyliğini kurmuşlardır. Yavuz Sultan Selim,

1516 yılında Mercidabık’ta Memlukluları yenerek bu günkü Suriye topraklarını

Osmanlılara bağlamıştır.

Suriye Türkleri, ilk yerleşimlerinde göçebe olarak kalmışlarsa da sonradan

yerleşik düzene geçmişlerdir. Konar-göçer ahalinin merkeziyetçi bir devlet

nizamı ile bağ-laşamayan hayat tarzları yüzünden yerli halka büyük zararlar

verme­lerim sona erdirmek endişesi , Harab ve boş yerleri imar etmek ve yeniden

ziraata açmak (1691-1699) yılları arasında konar-göçer halkın Osmanlı hükümet

tarafından iskan edilmesinin bazı sebepleridi .

1916 sonuna kadar da bu bölgedeki Türk hakimiyeti, kesintisiz olarak 402 yıl

sürmüştür. Bu sürede bölge sakinleri, derin Türk kültürü etkisi altında

kalmıştır. Bu etki kendisini en çok dil konusunda göstermiş; Suriye lehçesi en

fazla Türkçe kelime içeren Arab lehçesi olmuştur. I. Dünya Savaşı sonuna kadar

Osmanlı hakimiyetinde kalan Şam, Trablus ve Halep eyaletleri şeklinde yönetilen

Suriye, Türk yönetimi altında kültürel, sosyal ve ekonomik açılardan kalkınmış

ve en huzurlu dönemini geçirmiştir.

30 Ekim 1916 Mondoros mütarekesine kadar aşağı yukarı 500 yıl Türk hâkimiyetinde

kalan Suriye, İngiliz, ve Fransız işgaline uğramış, 1936 yılında ise Fransa

denetiminde cumhuriyet olmuştur.

3. Suriye Türkmenleri ve yaşadığı yerler

9. yüzyılda Tolunoğulları döneminde ilk defa Türk hakimiyetine giren Suriye,

11. yüzyılda Selçuklu Türkleri’nin, 1260’a doğru Memlûk Kıpçak Türkleri’nin

eline geçmiş, 1516 yılında Yavuz’un bu ülkeyi fethetmesiyle Osmanlı hakimiyetine

girmiş ve 850 yıllık Türk idaresinden sonra 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr

Anlaşmasıyla Osmanlı Devleti’nden koparılarak Fransız kontrolüne bırakılmıştır.

Bugünkü Suriye 17 Nisan 1946 yılında bağımsız bir devlet haline gelmiştir.

20. yüzyılın ortalarında çok sayıda Suriye Türkü Araplaşmış, böylece bu ülkede

yüz yıllardır süren asimilasyon son dönemde de devam etmiştir>

Oğuz Türkleri’nin ve Memlûk Kıpçakları’nın torunları olan Suriye Türkleri’ne

Bayır-Bucak Türkleri de denilmektedir. Türkler bu ülkede azınlık olarak kabul

edilmemekte ve kayıtlarda Müslüman olarak geçmektedirler. Halk arasında ise

Türkmenler olarak adlandırılmaktadırlar.

Suriye’de Bayat, Afşar, Karakeçili, İsabeğli, Musabeğli, Elbeyli, Akar,

Hayran, Çandırlı, Sincar gibi Türk boyları yaşamaktadır. Bu Türk boyları ile

Anadolu’daki uzantıları olan Türk boyları arasında inançlar, gelenekler ve

folklorik pratikler bakımından çok önemli benzerlikler tespit edilmiştir.

Suriye’de yaşayan Türkler’in nüfusu hakkında verilen rakamlardan 100.000

tahmini bu gün artık eskimiştir. Yakın zamanlarda verilen tahminler ise 500.000

– 1.000.000 daha azdır ,gerçek rakamlar 1.8 – 2 milyon arasında tahmin edilir,

Onlarada Araplaşmış Türkleri eklenirse onların sayısına ikiye katlaşır

Suriye’de Toplam 523 Türk köyü vardır (büyük şehirler harlarından başka) .

Suriye hükümeti, son yıllarda Türkçe yer adlarını Arapça’ya çevirmiştir.

İsabeğli “İseviye”, Kabamazı “Belutiye”, Tırınca “Ümitüyur”, Karınca “Behlüliye”

olmuştur

Suriye’de Türkçe eğitim yapan okullar olmadığı gibi. Türkleri bir arada tutan

her hangi bir teşkilat da yoktur. Köy ve kasabalarda yaşayan Türkler kendi

aralarında Türkçe konuşmayı sürdürürler. Yüksek eğitim yapan Türkler’in sayısı

çok azdır ve tamamına yakını Türkiye’deki okullarda okumuştur.

Türkçe çıkan yayın organları, 1922’den 1937’ye kadar, sürgündeki Refik Halit’in

de katkılarıyla renklendirdiği, “Doğru Yol” ve “Vahdet”‘tir.

Suriye Türkleri, şiveleri ve edebiyatları bakımından Türkiye’nin bir uzantısı

gibidirler. Suriye’de konuşulan ağız da, Hatay bölgesinde konuşulan Türkmen

ağızlarının bir devamı niteliğindedir.hama ve humus Türkmenlerinin şivesi eski

Osmanlı diline daha yakın. Ve bazı ülkelerde Azerbaycan diline yakın

olunmaktadır.

· Lazkiye Türkmenleri

kesabLazkiye sahili

Suriye’nin Akdeniz kıyılarında, başta Lazkiye şehir merkezi Cimmel Harası

(Türkmen Mahallesi) olmak üzere Basit, Bayır, Behlüliye, Kesap nahiye ve

köylerinde Bayır-Bucak Türkler yaşamaktadır Bu şehir ve nahiyelere bağlı

Türkler’in yaşadığı köy sayısı ise yörelere göre şöyledir: Lazkiye vilayet

merkezi ve Kesap Nahiyesi’ne bağlı 6; Bucak bölgesinde sahil boyunca 84;

Behlüliye Nahiyesi’ne bağlı 12; Bayır Nahiyesi merkezine bağlı Kebeli’nin

kuzeyinde 27, doğusunda 8, güneyinde 11; İncesu’nun batısından güneye doğru olan

bölümünde 20, doğusunda 17. Suriye hükümeti, son yıllarda Türkçe yer adlarını

Arapça’ya çevirmiştir. İsabeğli “İseviye”, Kabamazı “Belutiye”, Tırınca

“Ümitüyur”, Karınca “Behlüliye” olmuştur. Bazı Türk köyleri : (Karamustafa,

Büyükpınar,Köy Çiçekliyazı mahalleleri) , hayat, sallor, al yamamah, assamra, al

ğassaniyeh, kastalmaaf, ğamam, um tuyur, zınzıf, Turunç, Meydancık, Hacranlı

Hasancık Saray, Camuslu, Bödirsiye, Karaca, Çamurlu, Bostancık, Fakıhasan,

Karabacak, Mollomahmutlu, Ubeydiye, Karamanlı, Kara Cücük, Türkmenli,

Çalkamanlı, Sağırt, Ali, Elmalı, Abanlı, Bayır nahiyesinden, Gebelli, Dervişhan,

Gebere, Şeren, Karaahmet, Gökdağ, Yumuşak, Mılıklı, Kebir,Murtlu, Karakisa,

Ulucak, Kara pınar, Aşağı Karamanlı, Yukarı Karamanlı, Saldıran, Karacağız,

İsapınar, Kulcuk Pınar, Kulcuk, Çukurcak, Nisibin, Dağdağan, Çovkaran, Sarraf,

Kapıkaya, Ablaklı, Kapaklı, Çanacık, Korali, Çınarlı, Kızıkçuracık, El Kasap,

Kislecik, Mahruka, Kuruca, Kızınca, Ağcabayır, Cümeren Yamadı, Burc-İslam,

Sulayıp

· Halep Türkmenleri

halep kalesı

Osmanlı Devleti döneminde Türk nüfusunun idari merkezi Halep’ti. Halep,

sokaklarında Türkçe konuşulan bir yerdi. Türk mimari ve sanat eserleri Halep’te

oldukça çoktur. Suriye’de Halep şehiride daha çok yaşayan Türkler vardır şehir

merkezi huyluk harası(büyük bir Türkmen Mahallesi ,Türkmen nüfusu 400,000 tahmin

edilir ) , Kürtdağı, Cerablus, Mümbiç, Musabeyli, Azez nahiyeleri ve

yörelerinde Türkler yaşamaktadır , Bu şehir ve nahiyelere bağlı Türkler’in

yaşadığı köy sayısı ise yörelere göre şöyledir: Cebeli Sema’nın doğusunda nahiye

merkezi ile 16; Kilis’in güneyinde Azez Kazası’na bağlı, Azez ile Aferin Suyu

arasında 17, Azez’in doğusunda 29, güneyinde Halep’e bağlı 3; Çobanbeğ

Nahiyesi’nde Mümbiç Kazası’na doğru 54, aynı kazanın güneyinde 15; Baraklı

Oymağı’ndan Cerablus Nahiyesi’ne bağlı 26; Sacır Suyu’nun güneyinde 23; Urfa

hudud nahiyesi Mürşid Pınarı ve Akçakale Kazası’nın güneyine isabet eden ve

Belih Irmağı’na kadar uzanan sahada 59 köy olmak üzere .Halep Bazı Türk köyleri

: mirza, kerpiçli, arabazi, merhan, beyliz, nabğa, kanlı koy, eşekli, usbağılar,

gavureli, amerne, bel veren, kantara, taflı, lilve, yusuf başa, kadılar, memeli,

kurucu höyük, taş atan, buyan, dadlı, belli, sakkal veran, kara yakub, kara taş,

kara kuz, balali köy, bandarlık, duraklı, anbarlı, hacı hasanlı, kara baş, bir

elli, avşar, küllü, dabık, yazlı bağ, ıral, şüvirin, delha, iğde, tukmen barıh,

kara köy, kara mazraa, harab mamal, azak, hava köy, telile, şidar, beş curun,

sinekli, ziyarat, okuf, çoban bey, hedebet, tiral, kurt, öküz öldüren, cubban,

üvilin, zülüf, kalkum, bablimun, tat hums, çeke

· Hama ve Humus Türkmenleri

“Humusta kim derse ben Türkmen değilim o asılında humuslu değildir ” , işte

Suriye tarihçisi ( Süheyl zakkar) demiş , çünkü ona ve eski Arab tarihçisine

(bin el esir )a göre, 11. yy humusu büyük bir deprem yıkmış, tamamını viran

etmiş sonra humusu yeniden tamir eden Türkmenlerdir (zingilar ve Selçuklular),

Nureddin Mahmut bin zingi tarafından, humusun merkezinde eski haralarından

birinin adı haratul-Türkmen(Türkmenler harası) ve eski şehir kapılarından birisi

babu- türkmen (Türkmen kapısı) ama bu günlerde bu haralarda yaşayan Türkmenler

tamamen arablaşmış .

Halid ibn el valid camisi işte Türk mimarlar izi Humus eski şehir merkezi

üst tarafta Nueddin Mahmut camisi

Suriye’nin Hama-Humus şehirleri ve Lübnan sınırı arasında kalan kısımdır.

Türkmenler genellikle Humus’ta ve Humus köylerinde ve bazı Hama köylerinde

yaşamaktadırlar. Osmanlı imparatorluğun devrinde Buralara yerleştirilmeğe davet

edilen ve iskana me­mur olan oymaklar şunlardır: Kara Avşar, înallu, Döğer

oğlanı, Hama Değeri Mustafa kethüda, Hama Düğeri tabi-i Derviş kethüda, Şam

Beğmişlüsü, Hüccetlü, Kapu-uşak, Eymir-i Dündvarlu, Çozlu Çerkez-oğulları, îdris

Kethüdaya tabi Abalu, Tokuz han Harbendelüsü, Kara Tohtemürlü, Köse Kethüdaya

bağlı Şerefli, Uşak obası, Beşîr-oğulları obası, Eymir-i Sincarlu, Bozlu, Ebu

Derda’ya bağlı olan Bozlu ,Tohtemürlüsü, Salur (Sellüriyye) türkmenleri, Dindaş

oğlu îsmail Bozulus’a bağlı olan Genceli Avşarı, Kızıl Ali, Danişmendlü’ye tabi

Kara Halil .

Humusa bağlı bazı Türkmen köyleri : baba amr harası ( bugünkü Türkmenler

Mahallesi ) zara, mitras, bdada, arcun, alhusun, dar kabira, kızhıl, üm al

kasab, samalil, burc kaya.

Hamaya bağlı bazı Türkmen köyleri : akrab (kara halili), tulluf, hazzur, huvvır

el trukman, bıt natır , hırmıl

· Kunteyra Bölgesi Türkmenleri :

Burası Filistin sınırına çok yakındır. Kafkasya’dan gelenler 1878’de buraya

yerleştirilmişlerdir. bağlı bazı Türkmen köyleri : hafr, al kadırıyye, kafr

nafah, zabya, al rezzanıyye, ahmadıyye, huseynıyye, ayn kura, ayn sümsüm, ayn

alak, üleyka, ayn ayşa.

· e- Şam ve draa Türkmenleri :

Şehirde Türkmenlerin oturduğu büyük bir mahalle bulunmaktadır. Ayrıca

Havran ovasında da Türkmenler vardır. Şama bağlı bazı Türkmen köyleri :

kaldun, ruhaybe, adra ve bazı şam haraları ( el hecer el esvad el tadamün

, cöber ) ve draaya bağlı bazı Türkmen köyleri : dara şehir merkezi ,

busra, maarba, burak,

Süleymaniyye camisi

4. Turkmen villages in suria

Suriyedeki türkmen obalar

1. Halap şehirinde ve muhafazasıda:

Yeni arab isimiAsil isim

hullukhüllük( halap şehirinde bir mahalla)

mirzamirza

tal alıkerpiçli

arab azzeharabazi

balwamerhan

bilizbeyliz

nabğanabğa

jub addamkanlı koy

humayraeşekli

fursanusbağılar

ganduragavureli

amerneamerne

bel werenbel veren

kantarakantara

taflıtaflı

lilwelilve

yusuf başayusuf başa

kadıkadılar

um assadayamemeli

tal agbarkurucu höyük

?taş atan

?buyan

?dadlı

?belli

?sakkal veran

?kara yakub

hacar aswadkara taş

kara kuzkara kuz

balali köybalali köy

bandarlıkbandarlık

duraklıduraklı

anbarlıanbarlı

hacı hasanlıhacı hasanlı

kara başkara baş

biralbir elli

afsharavşar

küllüküllü

dabıkdabık

yazlı bağyazlı bağ

ıralıral

şüvirinşüvirin

delhadelha

zayzafuniğde

tukmen barıhtukmen barıh

kara köykara köy

kara mazraakara mazraa

harab mamalharab mamal

azakazak

tal al hawahava köy

teliletelile

şidarşidar

beş curunbeş curun

sineklisinekli

ziyaratziyarat

okufokuf

arraiiçoban bey

hadabathedebet

tiraltiral

kurtkurt

öküz öldürenöküz öldüren

cubbancubban

üvilinüvilin

Yeni- İl : Sivas ilinin’ın güneyinde Mancılık, Gürün ve Hekimhan arasında kalan bölğelerde yaşayan oymakların genel adıdır. Burası bugün Uzunyayla olarak bilinmektedir.
Yeni- il mali bakımdan III. Murad’ın anası Nur- Banu’ nun İstanbul Üsküdar’da yaptırdığı caminin evkafına bağlanmış. Bu nedenle bu Türkmen grubuna Üsküdar Türkmenleri de denmektedir. (H:1275) 1858- 1859 yılına kadar idari teşkilatını sürdüren Yeni – il :
1 – Dulkadirli’ye
2 – Haleb Türkmenleri
olmak üzere iki koldan meydana gelmekteydi.
Yeni- İldeki Dulkadırlı Türkmenleri :
Bu kolu meydana getiren Türkmen oymakları;
Ağca-Koyunlu, Barak (Cerid’den), Boynu -Yoğunlu, Çağırğanlu, Çimelü, Elçi, İmanlu-Afşarı, Kürd Mihmadlu (Dokuz’lardan), Musa-calu, Musa-Hacılu- (Ağca- Koyunludan), Neccarlu (Dokuz’dan) Tatar Alilü, Tecirlü gibi büyüklü küçüklü oymaklardan ibaretti. Haleb Türkmenleri olarak bilinen bu oymak yazın yaylak amacıyla bu bölğelerde oturuyor kışın Halep bölgesine göç etmekteydiler. Onun için onlara Yaban- Eri veya Şamlu (Şamlular)da denilmekteydi. Bu Yaban -Eri teşekkülleri ; Beğdili, Bayat, Avşar, Bayındır,
Harbendelü, Karakoyunlu boylarına mensuptular.

Halep Türkmen’lerin Kanunî devrindeki sayımlara göre (1540 yılındaki ) sadece yerleşmiş olanların verği nüfusu 9316 dür. Göçer olarak yaşayan boylarnda sayılamadığı göz önüne alınırsa büyük bir nüfusa sahip olduğu görülür.
Halep Türkmenlerini meydan getiren oymaklar :
Bayat, Beğdili,Harbendelû, İnallu, Köpeklü-Avşarı, Gündüzlü Avşarı gibi büyük teşekküller ile Acûr lu, Alayuntlu, Bahadırlu, Büğdüz, Döğer, Eymür, Kara -Koyunlu, Karkın, Kıçı- lu, Kınık, Peçenek, Uç, gibi oymaklardan meydana gelmekteydi.
1277 yılında Anadolu’ nun (Türkiye’nin) idaresini fiilen ellerinde bulunduran işğal kuvvetleri Moğollar genellikle Tokat, Amasya, Çorum, Sivas Kırşehir ve Kayseri çevresinde yaşamaktaydılar ve bunlara Kara – Tatarlarda denilmekteydi.
Bu tarihten sonra Selçuklu Sultanları ehemiyetlerini yitirmişler bunu fırsat bilen Moğollar Anadolu’daki
kendilerine direniş gösteren Türkmenlere karşı büyük baskı ve katliamlar uyğulamaktaydı. Bu Türkmenlerden bir kısmı 1335 yılında Moğol Hanı Ebu Said Bahadır Han’ın ölümü ile Moğallar arasında baş gösteren karğaşadan istifade ederek aynı yıl (1335) Elbistan yöresinde Dulkadırlı beyliğini kurdular.
Dulkadırlılar Maraş ve Elbistan bölğesinde yaşamaktaydı. Bu eli meydana getiren göçebe oymaklar kışın Amik ovasına, Haleb dolaylarına ve Çukurovaya inerlerdi. Dulkadırlı ellerinden bir çok bölük İran’a gitmiş diğer bir kolda Diyarbekir bölğesindeki Boz- Ulus’a katılmıştı. Ayreten yine bu ele mensup bazı teşekküller, Yozgat bölgesine yerleşmişler ve ayreten Sivas’ın güneyinde Yeni-İli meydana getirmişlerdi. XVI.yy. başlarında bu ele mensup oymak ların Ankara, Kayseri ve Kırşehir bölgesine kadar gidip yerleşmişler. Dulkadır’lı adı ile bilinen bu büyük el başlıca şu boylardan meydana gelmişti :
1 – Ağca- Koyunlu : (en önemli obaları : Çalışlu, Musa-Hacılu, Musa- calu, Kozanlu, Hamidlü )
2 – Anamuslı = (Karacalı) :
( bazı obaları : Yazır, Sevinçlü, Oruç-Beğlü, Ulaşlu, Urçanlu, Kazancılu, Söylemezlü, Yol-basanlu, Kara – Haytalu.)
3 – Avcı :
4 – Çağırğanlu :
5 – Cerid : (bazı oymakları: Bayır- Cerid, Kara-Hasanlu, Oruç-Gazilü, Mamalu).
6 – Çimelü :
7 – Dokuz (Bışanlı): (diğer bazı obaları : Avcı, Bazlamaçlu, demrek, Hacılar, Karkın, Karamanlu, Kürd-
Mihmadlu, Kara Göncülü, Neccarlu)
8 – Döngelelû :
9 – Elçi :
10 – Eymir :
11 – Eşkinciler : (bazı obaları: Dede Karkın , Karaca Ahmedlü, Süli Şeyhlü.)
12 – Gündeşlü :
13 – İmanlu-Afşarı:
14 – Kavurgalu :
15 – Küreciler :
16 – Küşne :
17 – Kızıllu :
18 – Peçenek :
19 – Tecirlü = (Tãcirlu) :
20 – Tekelü :
21 – Varsak :
22 – Yuvalı = (Kara-Yuvalu) :
Diğer taraftan Dulkadırlıların, Çukurovada bölğesinde;
Kadirli – (Kars) yöresi Türkmenleri :
Kars ( Kadirli ) Yöresi Türkmenleri :
Varsak, Demürcülü, Karamanlu, Selmanlu, Zakirlu, Kavurgalu, Geçlik ve Eşkinciler mekan tutarlarken ;
Sis – (Kozan) sancağında ise:
Savcı-Hacılu, Eğlen-Oğlu, Ayru – Damlu, Kavurğalı ve Avşar teşekülleri yaşamaktaydı.

(Fotoğraf Yahyalı Varsak Türkmenlerinden bir Yörük anasına aittir. Burhanettin Akbaş)

I- SIYASi TARIH

Akkoyunlular’ın menşei ve kurulusu Akkoyunlular, 1340-1514 yillari arasında Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Irak’ta hüküm sürmüş olan bir Türkmen hanedanidir. Devletin kurucusu olan Karayülük Osman Bey Oguzlarin Bayindir boyuna mensuptur. Bu sebeple Akkoyunlu Devleti’ne Bayindiriyye Devleti de denilmektedir. Akkoyunlular’ın Anadolu’ya ne zaman ve hangi yoldan geldikleri bilinmemektedir. Ancak Moğol istilAsı sonucunda Anadolu’ya gelen pek çok Türkmen grubu arasında Bayindir Türkmenlerinin de
bulunduğu tahmin edilmektedir. Akkoyunlu oymaginin Anadolu’ya geliş tarihi hakkında en güvenilir bilgiyi, Akkoyunlu sülAlesinin tarihi olan Ebu Bekr-i Tihrani’nin eserinde bulmak mümkündür. Buna göre, 52. göbekte Oğuz Han’a ulasan Karayülük Osman Bey’in bagli olduğu Bayindir oymagi, ilk önce XIII. yüzyilin
baslarinda Doğu Anadolu’ya gelmişler, burada Moğol istilAsına karsi koyarak Diyarbekir bölgesine egemen olup, Trabzon-Rum Imparatorlugu ve Gürcüler’le mücadele etmişlerdir.

Akkoyunlular siyasibir birlik kurmadan önce güneyde Urfa ve Mardin, kuzeyde

Bayburt olmak üzere Firat ve Dicle yöresinde yaylayıp-kislamaktaydilar. Bu

sirada, en büyük düsmanlari olan Karakoyunlular ile de mücAdele ediyorlardı.

Ilhanlilar’in yikilmasindan sonra, onun hakimiyet sahası üzerinde birbirleriyle

mücAdele eden Celayir, Çoban ve Sotay sülAlelerinin kavgalarına katılan

Akkoyunlular, bu sülAlelerden Musul ve DiyArbekir bölgelerine hakim olan

Sotayogullari’nin hizmetine girdiler. Bu ailenin Orta Anadolu’ya çekilmesinden

sonra ise Artuklular’a bagli olarak yasamaya devam ettiler. Bu sirada DiyArbekir

bölgesinde bazi kent ve kaleleri eline geçiren Akkoyunlular yavas yavas

kuvvetleniyorlar, diger boy ve oymaklari kendisine baglayarak devlet kurma

yolunda ilerliyorlardi.

1- Tur Ali Bey

Diyarbekir bölgesini yurt edinen bu Akkoyunlu Türkmenlerinin basinda 1340

yillarinda Tur Ali Bey isminde birisinin bulundugu görülmektedir. Tur Ali Bey

1340-1341 ve 1343 yillarinda olmak üzere iki kez Trabzon Rum Imparatorlugu

topraklarina saldirmis, hatta bu devletin baskentine kadar ilerlemisti. Daha

sonra Bayburt ve Erzincan emirleriyle birleserek bir kez daha Trabzon üzerine

yürümüsse de bir basari elde edememistir(1348).

Tur Ali Bey Ilhanlilar’dan Gazan Han’in maiyetinde Suriye seferine istirak etmis

ve bu sefer sirasinda büyük gayret ve kahramanlik göstererek Gazan Han’in

teveccühünü kazanmistir. Bu basaridan sonra etrafina 30.000 kisilik bir kuvvet

toplayan Tur Ali Bey, Anadolu, Suriye ve Irak taraflarina çesitli akinlar yapti.

Tur Ali Bey zamaninda Akkoyunlular’a, bu beyin söhretinden dolayi Tur Alililer

de denilmekteydi.

Tur Ali Bey’in gerek Anadolu’da ve gerekse Trabzon Rum Imparatorlugu karsisinda

kazandigi bu basarilar üzerine Imparator III. Aleksios korkuya kapilmis ve

onunla dostluk kurmak üzere kizkardesi Maria’yi Tur Ali Bey’in oglu Kutlu Bey

ile evlendirmistir (1352). Böylece imparator hem Tur Ali Bey’in yapacagi yeni

akinlardan ve hem de onun himayesi ile digerlerinin hücumlarindan kurtulacagini

hesaplamistir ki bu tesebbüsünde muvaffak olmus ve 1360 yilina kadar bu taraftan

herhangi bir hücuma maruz kalmamistir.

2- Kutlu Bey

Tur Ali Bey’in ne zaman öldügü kesin olarak bilinmemekle beraber oglu Kutlu

Bey’in 1363 yilinda Akkoyunlular’in basinda bulundugu görülmektedir. Büyük bir

ihtimalle 1362 yilinda babasinin yerine geçen Fahreddin Kutlu Bey, bir yil sonra

karisi Despina ile Aleksios’u ziyaret için Trabzon’a gitmis, imparator da ertesi

sene iade-i ziyArette bulunmustur.

Kutlu Bey zamaninda (1362-1388) Anadolu’nun siyasi tablosunda önemli degisikler

olmustur. Bu dönemde Bayram Hoca idaresindeki Karakoyunlular Musul’dan Erzurum’a

kadar olan bölgelerde hakimiyet kurarak güçlü bir devlet haline gelmislerdi.

Erzincan’da ise emir Pir Hüseyin’in ölümü üzerine burasi Mutahharten’in eline

geçmisti (1378). Erzincan’daki bu degisikligi kabul etmeyen Eretna devleti

hükümdari Alaaddin Ali Bey Mutahharten üzerine yürüyünce, Mutahharten zor

durumda kalmis ve Akkoyunlular ile Dulkadirogullari’ndan yardim istemisti. Bu

istegi kabul eden Kutlu Bey, ogullarindan Ahmed Bey emrinde mühim bir kuvveti

Mutahharten’e yardima gönderdi. Erzincanlilar’in yardimina kosan bu Akkoyunlu

kuvvetleri ile Eretna-oglu AlAaddin Bey kuvvetlerinin yaptiklari çarpismayi

Kutlu Bey-oglu Ahmed Bey kazandi. Eretnalilar büyük bir bozguna ugradilar.

Akkoyunlular, Kadi Burhaneddin’in Sivas’ta hükümdarligini ilAn etmesinden sonra

(1381), onun hükumdarligini tanimayarak buraya bir miktar kuvvet gönderdiler.

Kutlu Bey-oglu Ahmed Bey idaresindeki Akkoyunlu kuvvetleri Mutahharten ile

birlikte Sivas üzerine yürüyerek kenti savunmakta olan Emir Yusuf Çelebi’yi

yendiler, ancak sehri ele geçiremediler.

Akkoyunlular’la Sivas hükümdari Kadi Burhaneddin arasindaki bu düsmanlik,

Burhaneddin’in Malatya yakinlarina geldigi bir sirada, Kutlu Bey ogullarinin

onun yanina giderek itaat etmeleri ile son buldu. Bu sirada Kadi Burhaneddin’in

huzuruna gelen Ahmed Bey, ondan daha önceki davranisi için özür dilemis ve

affini istemistir. Hatta ona olan bagliligini göstermek için yaninda bulunan

kardesi Karayülük Osman Bey’i rehin olarak vermistir. Baska bir rivayete göre

ise, cesaret ve ününü kiskanan kardeslerinin kendisine bir kötülük yapmalarindan

çekinen Karayülük Osman onlardan ayrilarak Kadi Burhaneddin’in hizmetine

girmistir.

Kutlu Bey, 1389 yilinda vefat etmis olup, Bayburt’un Sinor köyünde

defnedilmistir.

3- Ahmed Bey

Kutlu Bey’in ölümünden sonra Hüseyin, Ahmed, Pir Ali ve Karayülük adindaki

ogullari arasindan Ahmet Bey Akkoyunlular’in basina geçti. Ahmet Bey zamaninda

Erzincan emiri Mutahharten ile Akkoyunlular’in arasi açildi. Kutlu Bey’in dostu

olan Mutahharten onun ölümünden sonra Akkoyunlular’in hakimiyetindeki bir kisim

topraklara saldirararak yagma ve tahrip hareketlerine basladi. Mutahharten’in bu

tecavüz hareketleri üzerine Ahmet Bey büyük bir kuvvetle onun üzerine yürüdü.

Yapilan savasta agir bir yenilgi alan Erzincan kuvvetleri geri çekilirken

Mutahharten yarali olarak savas meydanindan güçlükle kaçabildi.

Mutahharten Akkoyunlular’in karsisinda aldigi bu agir yenilgiden sonra,

Akkoyunlular’in ezeli düsmani olan Karakoyunlu beyi NAsireddin Kara Mehmed

Bey’den yardim isted.i Akkoyunlular’a karsi saldirmak için bir firsat bekleyen

Kara Mehmed, Mutahharten ile birleserek Akkoyunlular’a taarruz ettiler. Bu

müttefik kuvvetler karsisinda agir bir yenilgiye ugrayarak askerlerinin büyük

bir kismini kaybeden Ahmed Bey Kadi Burhaneddin’e siginmak zorunda kaldi. Kadi

Burhaneddin onu çok iyi karsilayarak ikram ve iltifatta bulunmus ve kendisine

hil’at vermistir.

Akkoyunlu Ahmed Bey, Kadi Burhaneddin Ahmed’in metbuu olmasina ragmen, ülkesine

döndükten sonra onun aleyhinde bir takim faaliyetlere basladi. Kardesi Hüseyin

Beyle birlikte Kadi Burhaneddin’in Amasya seferine katilan Ahmed Bey, bu sirada

bir kaç defa isyan tesebbüsünde bulundu ise de basarili olamadi. Daha sonra

Amasya emiri Ahmed ile ittifak ederek Tokat üzerine yürüme karari aldi. Fakat

bunu ögrenen Kadi Burhaneddin derhal Tokat’da bulunan Akkoyunlular üzerine

yürümüs ve onun bu anihareketi karsisinda mukavemet edemeyecegini anlayan Ahmed

Bey bir kez daha affini isteyerek bagliligini göstermistir.

Erzincan emiri Mutahharten ile Karakoyunlu beyi Kara Yusuf (1389-1420) anlasarak

Akkoyunlular üzerine yürümek üzere hazirliklara basladilar. Mutahharten büyük

bir ordu hazirlayarak Karakoyunlu beyleri ile beraber Endris’te Akkoyunlularin

karsisina çikti. Ancak yapilan savasta müttefik kuvvetler büyük bir bozguna

ugrarken Kara Yusuf Bey esir düsmüs, Mutahharten ise güçlükle canini

kurtarmistir. Mutahharten bu yenilginin intikamani almak için kisa bir süre

sonra, bu kez yalniz basina Akkoyunlular üzerine yürüdü. Akkoyunlu hükümdari,

damadi olan Mutahharten ile baris yapmak istediyse de kardesi Karayülük Osman

bunu kabul etmedi. Yapilan savasta Mutahharten ikinci kez Akkoyunlulara yenildi.

Kadi Burhaneddin Ahmed 1394 yilinda Erzincan üzerine bir sefere çikmisti. Bu

durumu haber olan Akkoyunlu Ahmed Bey elçi ve mektuplar göndermek sureti ile

kendisine yardimci olacagini bildirdi. Erzincan sinirinda birlesen Akkoyunlu ve

Sivas kuvvetleri Erzincan içlerine kadar girerek bir ay müddetle Mutahharten’in

ülkesini görülmemis bir biçimde yagma ve tahrip ettiler. Bu sefer sirasinda

Ezdebir, Sis ve Burtulus kalelerini zapteden Kadi Burhaneddin, Sivas’a dönerken

yardimlarini gördügü Ahmed Bey’e Erzincan’dan Bayburt’a kadar olan bölgeleri

dirlik olarak verdi.

Akkoyunlu Ahmed Bey, Kadi Burhaneddin’in Erzincan üzerine yaptigi ikinci

seferine de istirak eti (1395). Bu olaydan sonra Akkoyunlu Devleti içerisinde iç

karisikliklar çikmis ve kendisine isyan eden Karayülük Osman Bey ile Ahmed

Bey’in arasi açilmisti. Osman Bey, Kemah kalesini ele geçirmek isteyince agabeyi

Ahmed Bey onun üzerine yürüdü. Bunun üzerine Osman Bey Kadi Burhaneddin Ahmed

Bey’in yanina giderek onun hizmetine girdi.

Bu olaydan sonra Akkoyunlu beyi Ahmed Bey ile Kadi Burhaneddin’in arasi açilmaya

basladi. Nitekim Ahmed Bey, Kadi Burhaneddin’in Karaman-oglu üzerine yaptigi

sefere katilmadigi gibi, onun, isyan eden Kayseri valisi Seyh Müeyyed’e karsi

giristigi harekete de istirak etmedi. Ancak Seyh Müeyyed’in öldürülmesi ile

neticelenen bu seferde Kadi Burhaneddin, Akkoyunlu Karayülük Osman Bey’in büyük

yardim ve destegini gördü. Hatta onun bu yardimina karsilik kendisine Sarki

Karahisar’i verdi. Ancak Kadi Burhaneddin ile Karayülük Osman Bey’in arasi, Seyh

Müeyyed’in öldürülmesi yüzünden açildi. Çünkü Seyh Müeyyed, Osman Bey

vasitasiyla canina dokunulmayacagina söz verildigi için teslim olmustu. Kadi

Burhaneddin ise böyle olmasina ragmen, teminat verdigi halde Müeyyed’i

öldürtünce, Karayülük Osman Bey onun bu davranisina çok sinirlendi ve anibir

baskin düzenleyerek Kadi Burhaneddin’i gafil avladi. Onu yakaladiktan sonra

öldürttü (Temmuz 1398).

Kadi Burhaneddin’in öldürülmesinden sonra Karayülük Osman Bey Sivas’i ele

geçirmek için sehri muhasara etti. Ancak, sehirde bulunan devlet erkAni ve

emirler onu sehre sokmayarak Kadi Burhaneddin’in hayatta kalan oglu Alaaddin Ali

Çelebi’yi hükümdar ilAn ettiler. Sivas’i Akkoyunlular’a teslim etmek istemeyen

yeni hükümdar Osman Bey’e mukavemet edemeyecegini anlayinca Osmanli Padisahi

Yildirim Bayezid’den yardim istedi. Bunun üzerine Sivas’a gelen Osmanli ordusu

Osman Bey’i maglup etti ve böylece Kadi Burhaneddin’in arazisinin büyük bir

kismi Osmanli hakimiyetine geçti.

Osmanlilar karsisinda yenilgiye ugrayan Karayülük Osman Bey, önce ezeli düsmani

olan Mutahharten’in hizmetine girdi. Ancak burada kisa bir süre kaldiktan sonra

Memluk sultani Berkuk’a müracaat ederek onun tabiiyetine girdi. Ancak Berkuk’un

ölümü üzerine Misir’da karisikliklarin tehlikeli bir durum arzetmesi ve

Osmanlilar’in Memluklular elindeki Anadolu sehirlerini almasindan sonra,

Memluklular’a yaptigi yardimi kesen Osman Bey bu sefer daha önce tabiiyetini

arzetmis oldugu Timur’un yanina gitmeyi menfaatine daha uygun buldu. Bu düsünce

ile, Karabag’da kislamakta olan Timur’un yanina giderek bütün kabilesi ile

birlikte onun hizmetine girdi. Timur, kendisine ikram ve iltifatta bulunarak ona

Anadolu’da bir bölgeyi emanet olarak verecegini vaad etti.

Karayülük Osman Bey, Timur’un 1400 yilinda Anadolu’ya yaptigi sefer sirasinda

öncülük yapti ve Sivas, Elbistan ve Malatya’nin Osmanlilar’dan alinmasinda hazir

bulundu. Timur , Osman Bey’in bu hizmetine karsilik kendisine Malatya’yi verdi.

Bu savaslarda Karayülük-oglu Ibrahim Bey de fevkalAde kahramanlik gösterdiginden

Timur ona da Diyarbekir (Amid) sehrini vermistir. Timur’un Suriye seferinde

Osman Bey ve ogullari da hazir bulunarak yararlilik gösterdiler. Bu seferden

dönüsünde Mardin’i kusatan Timur, çok geçmeden Irak üzerine yürüyünce kentin

kusatilmasini Karayülük’e birakti. Mardin’i ele geçiren Karayülük, oglu

araciligiyla Hisn-Keyfa hAkimini kendisine boyun egmeye ve vergi vermeye mecbur

birakti.

Timur’un 1402’de Yildirim BAyazid’le yaptigi Ankara Savasi’na Akkoyunlulardan

Karayülük’ün yanisira agabeyleri Ahmed ve Pir Ali Beyler de istirak ettiler.

Savas sirasinda, Osmanlilar’in sol koluna kumanda eden Süleyman Çelebi üzerine

yürüyen Karayülük Osman Bey, bu cenahi bozguna ugratmis ve Ankara Savasi’nin

kazanilmasinda önemli rol oynamistir. Kisi Anadolu’da geçiren Timur, 1403

yilinda ülkeyi terk ederken Sivas’a geldigi zaman Osman Bey’e hil’at giydirmis

ve ona Diyarbekir ve çevresinin emirligini vermistir. Akkoyunlu Ahmed Bey ile

kardesi Pir Ali Bey ise, Timur’un dönüsü sirasinda hapsedildiklerinden Karayülük

Osman Bey rahatça ülkesine geldi ve Akkoyunlu Devleti’ni kurdu (1403).

4- Karayülük Osman Bey

Saltanatinin ilk yillarinda Timur’a tabi olan Osman Bey onun ölümünden sonra

oglu Sahruh’a bagli kaldi. Osmanli hükümdarlariyla da dost geçinmeye dikkat eden

Karayülük, bilhassa Karakoyunlu hükümdari Kara Yusuf ile mücadele etti. Memluklu

sultanlari Farac ve Müeyyed Seyh ile de dostane iliskiler kurmaya çalisan

Karayülük , bu devletin basina Sultan Barsbay’in geçisinden sonra aradaki

dostluk bozulmaya basladi.

Karakoyunlu hükümdari Kara Yusuf, bu sirada Azerbeycan’i ele geçirerek

Akkoyunlular’i tehdide basladi. O, 1409 yilinda Mardin’i, 1410 yilinda da

Erzincan’i ülkesine katarak Akkoyunlular’i iki taraftan çevirdi. Karayülük Osman

Bey ise,Timuru’un kumandani Semseddin’in idaresinde bulunan Kemah kalesini

alarak Karakoyunlular’a karsi durumunu kuvvetlendirmeye çalisti. Bu sirada

Çagatay hükümdari Sahruh ile Memlük Sultani da Karayülük Osman’i

destekliyorlardi. Bütün bunlara ragmen Karayülük üzerine yürüyen Kara Yusuf,

Akkoyunlu beyini bozguna ugratarak Malatya’ya kadar olan bölgeyi yagmaladi

(1417).

Bu sirada Memluk tehlikesinin görülmesi üzerine iki taraf anlasmak zorunda

kaldi. Savur kalesininin Karakoyunlular’a birakilmasi sartiyla bir baris

yapildiysa da bu anlasma pek uzun sürmedi. Kisa bir süre sonra Karayülük Osman

Bey Memluk sultani ve Sahrah’un da tesviki ile Mardin’i kusatti ve çevresini de

yagmaladi. Bu durumu haber alan Kara Yusuf derhal Karayülük üzerine geldi ve onu

iki defa maglup ederek Haleb’e çekilmesine sebep oldu (1418).

Akkoyunlular ile Karakoyunlular arasindaki mücalede, 1420 yilinda Kara Yusuf’un

ölümünden sonra yerine geçen oglu Iskender Mirza zamaninda daha da siddetlenerek

devam etti. Bu sirada Erzincan’i Akkoyunlu topraklarina katan Karayülük Osman

Bey, Çoruh havzasinin tamamini eline geçirerek devletinin sinirlarini Trabzon

Rum Imparatorlugu arazisinden Urfa güneyine kadar genisletti. Bu sirada bir çok

defa Iskender Mirza ile karsilasan Karayülük Osman Bey, bunlarin ekserisinde

bozguna ugradi. Ancak 1434 yilinda, Diyarbekir’den büyük bir kuvvetle Erzurum

önlerine gelen Osman Bey, Duharlu Pir Ahmed Bey’in Iskender Mirza adina idare

ettigi bu sehri eline geçirdi. Buranin idaresini de oglu Seyh Hasan’a birakti.

Timur-oglu Sahruh’un Karakoyunlular üzerine yaptigi seferlerde onun yaninda

bulunan Karayülük Osman Bey, Sahruh’un üçüncü Karakoyunlu seferinde Iskender’in

Tebriz’den ayrilarak Erzurum’a dogru kaçmasi üzerine onun önünü kesti. Ancak,

Erzurum’un kuzey-bati kesiminde karsilasan Akkoyunlu ve Karakoyunlu kuvvetleri

arasinda yapilan savasta Osman Bey iki oglu ile beraber maktul düstü (Eylül

1435). Iskender Mirza onun kesik basini Memluklu Sultani Barsbay’a gönderdi.

Otuz iki yil kadar Akkoyunlu Devleti’nin basinda kalan Karayülük Osman Bey

öldürüldügü zaman seksen yasindan fazlaydi. Cesur, atilgan ve yilmak bilmeyen

bir sahsiyete sahip olan Osman Bey hayatinin tamamini mücAdele içerisinde

geçirdi. Zamaninda Akkoyunlu devleti Erzincan, Harput, Kemah, Çemisgezek,

Mardin, Erzurum, Bayburt ve Çaruh havzasina hakim olmus ve bu bölgelerin

Türklesmesinde Osman Bey’in büyük yararliligi görülmüstür.

5- Ali Bey

Karayülük Osman Bey’in ölümünden sonra ogullari iktidar mücadelesine

giristilerse de, bunlardan veliaht olan Ali Bey, hem Sahruh, hem de Memluk

sultanindan beylik mensurunu aldi. Kisa süren beylik döneminde bir yandan

Karakoyunlularin saldirilari ile ugrasan Ali Bey, bir yandan da kardesi Mardin

valisi Hamza Bey ile mücadele etti. Ali Bey kizkardesini Sahruh’un ogluna

vererek Timurlularla akrabalik tesis etti. Kardesi Hamza Bey’in isyani ve

Karakoyunlu baskisi sonucunda iki düsmana karsi koyamayacagini anlayinca Osmanli

hükümdari II. Murad ile Memluk sultani Çakmak’tan yardim istemek zorunda kaldi.

Bir ara Memluklular’dan gelen yardimla kardesini bozguna ugrattiysa da,

Memluklularin çekilmesinden sonra Osmanlilar’dan bekledigi yardimin gelmemesi

üzerine ümitsizlige düserek Suriye’ye çekildi. Böylece Akkoyunlu devleti kardesi

Hamza Bey’in eline geçti (1438).

6- Hamza Bey

Akkoyunlu Devleti sehirlerinden Mardin hakimi olan Hamza Bey, Karayülük Osman

Bey’in onüç oglu arasinda en dirayetlisi idi. Mardin hakimi iken, burasini geri

almak isteyen Bagdat Hakimi Karakoyunlu Isfehan Mirza’yi 1437 yilinda agir bir

maglubiyete ugratmis ve bu zafer onun mevkini kuvvetlendirmisti. Hamza Bey,

kardesi Ali Bey’in elinden devlet idaresini aldiktan sonra diger kardesleri ve

yegenlerinin muhalefeti ile karsilasti. Ancak kisa sürede devlete hakim olan

Hamza Bey, Akkoyunlu birligini yeniden kurmaya çalisti. Memluk sultani

tarafindan da taninan Hamza Bey Erzincan hakimi Yakub Bey ile mücadeleye giristi

ve onun elinden Erzincan’i aldi (1439). Daha sonra Urfa’ya yerlesmis olan

kardesi Ali Bey’in oglu Cihangir Mirza’dan burasini almak istediyse de basarili

olamadi. Cihangir Mirza, kardesi Uzun Hasan’la birlikte amcasina muhAlefet

ediyordu.

Kisa süren beylik döneminde kardesleri ve yegenlerini itaat altina almak için

mücadele eden Hamza Bey 1444 yilinda vefat etti.

7- Cihangir Mirza

Hamza Bey’in ölümü üzerine yerine kardesi Ali Bey’in oglu Cihangir Mirza geçti.

Amcasinin zamaninda Urfa hakimi olan Cihangir Mirza, Akkoyunlu devletinin basina

geçtikten sonra Karakoyunlu Cihansah ile mücadeleye giristi. Cihansah’in 1447’de

baslayan taarruzu 1453’de yapilan barisla sona erdi. Ancak Cihangir,

Karakoyunlulara tabi olmak zorunda kaldi. Bu arada amcalari Mahmud, Seyh Hasan

ve Kasim Beyler ile baska amca çocuklari ona karsi faaliyet göstermeye

basladilar. Cihangir Mirza bu ayaklanmalari bertaraf ettiyse de bu kez küçük

kardesi Uzun Hasan Bey, agabeyinin Karakoyunlu tabiiyetini tanimayarak ona karsi

çikti. Bu sirada yirmisekiz yasinda bulunan Uzun Hasan Bey, Karakoyunlu

Cihansah’in Çagataylilarla ugrasmasindan faydalanarak Erzincan’i almaya tesebbüs

etti. Van gölü çevresini yagmaladi. Çemisgezek hakimi Seyh Hasan’i itaat altina

almak için o yörede bulundugu sirada agabeyi Cihangir’in Amid (Diyarbekir)’den

ayrilmasini firsat bilerek sehri ele geçirdi (1453).

8- Uzun Hasan

Agabeyinin elinden Diyarbekir’i olan Uzun Hasan Bey, ilk is olarak kardesleri

Cihangir ve Urfa (RuhA) hakimi Uveys ile mücadeleye girdi ve Urfa’yi aldi.

Mardin’i de ele geçirmek istediyse de müstahkem bir kaleye sahip olan bu sehri

ele geçiremedi. Cihangir Mirza ise kardesi Üveys Bey’le beraber bir kaç kez Uzun

Hasan’a karsi savasa giristiyse de hepsinde bozguna ugradi ve sonunda

Karakoyunlu Cihansah’tan yardim istedi. Karakoyunlu hükümdari Cihansah; Piri,

Savalan, Rüstem, Sah Haci, Gaverüdi ve Ali Seker Bey emrindeki büyük bir kuvveti

Cihangir’in yardimina gönderdi. Uzun Hasan DiyArbekir yakininda bu müttefik

kuvvetleri büyük bir hezimete ugratti. Savas sonunda Cihangir ve Piri Bey

canlarini güçlükle kurtararak kaçtilar. Karakoyunlu emirlerinin pek çogunun

öldürüldügü bu savastan sonra Cihangir’in emrindeki askerlerin bir kismi Uzun

Hasan Bey’in hizmetine girdi. Bunun üzerine Cihangir Mirza, oglunu Hasan Bey’in

huzuruna göndererek ona itaatini bildirdi ve bundan sonra ölümüne kadar (1469)

Hasan Bey’e bagli kaldi.

Böylece hanedan mensuplari arasinda birligi saglayan Uzun Hasan Akkoyunlu

devletinin sinirlarini genisletmeye basladi. Ilk olarak Hisnikeyfa’daki son

Eyyubi hükümdarini ortadan kaldirdi (1457). 1458 yilinda ise müttefiki olan

Karamanogullari üzerine saldiran Dulkadirli Arslan Bey’i maglup ederek geri

çekilmeye mecbur etti. Uzun Hasan 1459 yilinda Gürcistan’da birkaç kaleyi ele

geçirerek Selçuklu soyundan geldiklerini öne süren Egil beylerinin

egemenliklerine son verdi. Bu tarihten itibaren Osmanlilarla komsu olan

Akkoyunlu Hasan Bey, Fatih Sultan Mehmed ile de mücAdeleye giristi. O, daha önce

Karakoyunlular’in ele geçirdikleri yerleri geri aldigi gibi, Sebin Karahisar ve

Koyulhisar’i da ele geçirerek Osmanli topraklarina akinlar yapmaya basladi.

Osmanli hükümdari Fatih Sultan Mehmed’e karsi kendisine müttefik arayan Uzun

Hasan, Anadolu’da Karamanogullari ve Isfendiyarogullari ile anlastiktan sonra

Trabzon-Rum Imparatorlugu ve Venedik Cumhuriyeti ile de dostluk kurdu. Bu arada

Rum Imparatoru IV. Yuannis’in kizi Katherina ile evlenerek Trabzon’u Fatih’e

karsi koruyacagina dair söz verdi. Ancak 1461 yilinda Fatih’in Trabzon’u

fethedip Komnenler’in saltanatina son vermesine mani olamadi.

Uzun Hasan, Eyyubiler’in elindeki Hisnikeyfa’yi aldiktan (1462) sonra,

Cihansah’in rizasi ile Bayburt’u da ülkesine katti. Daha sonra Gürcistan üzerine

bir sefer yaparak bu bölgeleri itaat altina aldi. Bu sirada kendisine siginmis

olan Karaman-oglu Ishak Bey’e Karaman-ili hükümdarligini kazandirdi (1464).

Bu tarihten bir yil sonra Dulkadir topraklarina girerek Harput’u ele geçiren

Uzun Hasan Bey, böylece devletini Ispir’den Urfa’ya, Sebin Karahisar’dan Siirt’e

kadar genisletti. 1466 yilinda bir kez daha Gürcistan üzerine sefer yapan Uzun

Hasan, ertesi sene üzerine yürüyen ezeli düsmani Karakoyunlu Cihansah’i gafil

avlayarak onu ve adamlarini öldürdü. Böylece Karakoyunlu Devleti’ni tamamen

çökerten Uzun Hasan Iran ve Irak topraklarini ele geçirdi. Cihansah’in halefi ve

oglu Hasan Ali, ise düzensiz kuvvetlerle 1368 yili baharinda Akkoyunlular

üzerine yürüdüyse de basarili olamayinca Timurlulardan Ebu Said’e müracaat

ederek, onu Irak ve Iran’i ele geçirmeye tesvik etti. Mart 1468’de Herat’tan

hareket eden Ebu Said, Serahs ve Nisabur üzerinden Meshed’e gelince, Uzun Hasan

elçiler göndererek baris teklifinde bulundu. Ancak bu teklifi kabul etmeyen Ebu

Said, Karabag’da kislamakta olan Uzun Hasan’in üzerine yürüdü. Mahmud-abad

civarinda yapilan savasta Uzun Hasan Herat kuvvetlerini agir bir yenilgiye

ugratti ve Ebu Said’i de kaçtigi sirada yakalayarak öldürttü (Subat 1469).

Ebu Said’in ölümünden sonra Hemedan’a çekilen Hasan Ali Bey ise, Nisan 1469’da

Uzun Hasan’in oglu Ugurlu Mehmed tarafindan öldürüldü. Böylece Azerbaycan ve

Iran’a hakim olan Uzun Hasan Bey hükumet merkezini Tebriz’e tasidi. Horasan’dan

Sivas’a kadar uzanan Akkoyunlu Devleti, Uzun Hasan Bey zamaninda büyük bir

imparatorluk halini aldi.

Dogu Anadolu, Iran ve Irak’i içine alan kuvvetli bir devlet kurmayi basaran Uzun

Hasan Misir ve Osmanli ülkelerini almak düsüncesiyle Venedik’e Haci Mehmed

adinda bir elçi göndererek (1472), Osmanlilara karsi bir ittifak kurma

çalismalarina basladi. Venedik Cumhuriyeti bunu kabul ederek bazi atesli

silahlarla birlikte elçiyi Tebriz’e gönderdiyse de, bu ittifakdan iki devlet de

umduklarini bulamadi.

1472 yilinda üçüncü defa Gürcistan’a sefer yapan Uzun Hasan, Tiflis dahil olmak

üzere bir çok sehirleri almis ve Gürcü pernslerini itaate mecbur etmistir. Ancak

ayni yil içerisinde Suriye’ye yaptigi seferde basarisizliga ugradi.

Öte taraftan, Osmanli padisahi II. Mehmed, Uzun Hasan’in kendisine karsi

yürüttügü düsmanca davranisi karsisinda bir yandan sefer hazirligi ile

ugrasirken, diger yandan da bir Venedik saldirisini önlemek üzere onlara baris

teklifinde bulundu. Ancak Venedik Cumhuriyeti, Egriboz adasinin geri verilmesini

isteyince görüsmeler kesildi.

1472 kisini hazirliklarla geçiren Fatih, Mart 1473’te Üsküdar’dan ordusuyla

birlikte doguya dogru hareket etti. Ordu Sivas’a gelinceye kadar SehzAde Mustafa

ve BAyezid’in katilimlariyla yüz bin kisiyi buldu. Uzun Hasan, Fatih’in

Erzincan’a geldigini haber alinca, Tebriz’den yetmisbin kisilik kuvvetle hareket

etti. Öncü birliklerinin Tercan yakinlarindaki çarpismasinda Akkoyunlular

üstünlük sagladilar. Hatta Uzun Hasan’in oglu Ugurlu Mehmed Bey, Rumeli

Beylerbeyi Has Murad Pasa’yi pusuya düsürerek askerlerinin çoguyla beraber

kiliçtan geçirdi. Bunun üzerine Bayburt’a dogru çekilen Osmanli ordusu, Tercan

civarinda Otlukbeli (Üçagizli) mevkinde Uzun Hasan Bey’in ordusu ile karsilasti

(11 Agustos 1473). Ögleden aksama kadar sekiz saat süren savas sonunda Osmanli

atesli silahlarina dayanamayan Akkoyunlu ordusu bozguna ugradi. Uzun Hasan’in

kuvvetlerinden pek çogu öldürüldü, bir kismi da esir alindi. Kendisi ise kaçmayi

basardi.

Uzun Hasan Bey, Otlukbeli’nde aldigi bu yenilgiden sonra bati ile

münasebetlerini kesti. Onun, Osmanlilar karsisindaki bu yenilgisine kendisi

kadar Türk’ü Türk’e kirdirmak isteyen Papa, Macarlar, Lehler, Sicilya ve Venedik

krallari da çok üzüldüler.

Otlukbeli maglubiyetinden sonra Gürcüler Uzun Hasan’i tanimamaya basladilar. Bu

sebeple Uzun Hasan, 1476 yilinda dördüncü kez Gürcistan seferine çikti. Bu sefer

sirasinda da onlari maglup ederek ayaklanmalarina mani oldu. Uzun Hasan bu sefer

dönüsünde hastalandi ve 6 Ocak 1478’de Tebriz’de vefat ederek Nasriye

Medresesi’ne gömüldü.

XV. asrin en büyük hükümdarlarindan biri olan Uzun Hasan zamaninda Akkoyunlu

Devleti Dogu Anadolu’nun yani sira Irak, Iran ve Azerbaycan’a hakim olarak büyük

bir imparatorluk halini almistir. Hükümet merkezini Diyarbekir’den Tebriz’e

tasiyan Uzun Hasan, Anadolu’daki Akkoyunlu Türkmenlerinin bir çogunu da Iran’a

götürmüs ve bu sebeple Dogu Anadolu’daki Türk irkinin azalmasina sebep olmustur.

Uzun Hasan, siyasi basarisinin yanisira ülkesinin imarina ve kültür hayatinin

gelismesine de büyük önem vermistir. Nitekim Tebriz’de muhtesem bir saray

teskilati kurarak devrin ileri gelen ulemA ve suarAsini etrafinda toplamistir.

Ilim adamlarini himaye etmesi dolayisiyla ülkenin her tarafindan gelen ilim ve

sanat adamlarinin sayisi her geçen gün artmistir. Bunlardan meshur CelAlüddin

Devvani, AhlAk-i CelAli adindaki ünlü eserini Uzun Hasan Bey’e ithaf etmistir.

Bunun yaninda Akkoyunlular’in tarihi olan KitAb-i DiyAr-i Bekriyye adli eser de

onun zamaninda Ebu Bekr TihrAnitarafindan yazilmis ve 1471 yili sonunda

tamamlanmistir.

Bir çok dinive ilmimüesseseler de vücuda getirmis olan Uzun Hasan Bey, Osmanli

Devleti teskilAtini örnek alarak devlet islerini tanzime ve teskilatlandirmaya

çalismistir. Onun hazirlamis oldugu kanunlar Dogu Anadolu’da Hasan Padisah

Kanunlari diye meshur olmustur.

9- Halil Bey

Uzun Hasan’in ölümünden sonra Akkoyunlu Devleti’nin basina, ogullari arasindan

Halil Bey geçti (1478). Annesi Selçuk-sah Begüm’ün çabasi ile saltanati eline

geçiren Halil Sultan, hiçbir kusuru olmadigi halde kardesi Maksud Bey’i

öldürtünce aleyhinde isyanlar çikti. Bu olaydan sonra diger kardeslerinin

itimatlari sarsilarak kendisinden yüz çevirmeye basladilar. Halil Sultan her ne

kadar amcasi Cihangir’in ogullari Murad ve Ibrahim beylerin isyanlarini

bastirdiysa da, DiyArbekir valisi olan kardesi Yakub Bey tarafindan saltanatinin

altinci ayinda öldürüldü. Böylece Akkoyunlu tahtina Yakub Bey geçti.

10- Yakub Bey

Sultan Yakub, hükümdarliginin ilk yilinda kardesi Sultan Halil’in oglu Elvend

Bey ile Karayülük’ün ogullarindan Seyh Hasan’in oglu Köse Haci Bey’in Siraz ve

Isfahan’da çikarttigi isyanlari kolaylikla bastirdi. Memluk sultani Kayitbay

1480 yilinda Emir Yasbey kumandasinda DiyArbekir üzerine bir kuvvet sevketti.

Sultan Yakub’un bu orduya karsi Bayindir Bey, Sufi Halil Bey ve Biçenoglu

Süleyman Bey idaresinde gönderdigi Akkoyunlu kuvvetleri Urfa’yi ele geçirmek

üzere olan Memluk ordusunu agir bir yenilgiye ugratti. Bayindir Bey bu zaferden

sonra Sultan Yakub’a karsi isyan ettiyse de, Sultan Yakub’un karsi hareketi

sonucunda yenilerek öldürüldü (1481).

Sultan Yakub, iç karisikliklari bastirdiktan sonra Gürcistan üzerine bir sefer

yaparak Ahiska basta olmak üzere birçok kaleyi ele geçirdi (1482). Bu tarihten

sonra daha çok ülkesinin bayindirligi için çaba harcayan Yakub Bey, babasi gibi

ilim adamlarini ve sanatkArlari korumus, hatta kendisi de Türkçe ve Farsça

siirler yazmistir. Bu sirada, Sah Ismail’in babasi olan Seyh Haydar, etrafina

topladigi kalabalik bir mürid ile siilik mezhebini yaymaya çalisiyor ve etrafa

akinlar yapiyordu. Seyh Haydar, 1488 yilinda Sirvan üzerine yürüyerek buranin

sahi olan Ferruh Yesar’i çok zor durumda birakti. Kalabalik ve iyi techiz

edilmis ordusu olmasina ragmen, Seyh Haydar’in müridleri karsisinda çok zor

duruma düsen Sirvan sahi Ferruh Yesar, damadi olan Akkoyunlu Yakub Bey’den

yardim istemek zorunda kaldi. Bunun üzerine, kendisi sünni olan Sultan Yakub,

siilik faaliyetlerini yakindan takip ettigi Seyh Haydar üzerine yürümenin tam

zamani oldugunu düsünerek derhal harekete geçti. Süleyman Bisen emrindeki bir

orduyu SafeviSeyhi üzerine gönderdi. Seyh Haydar bu çarpismada az sayida muridi

ile büyük bir gayret göstererek Akkoyunlu ordusunu yenmek üzere iken basindan

aldigi bir ok isabeti sonucunda öldü. Ismail disindaki ogullari da bu çarpismada

katledildi.

Akkoyunlu Devleti’nin Uzun Hasan’dan sonraki bu mesud ve parlak günleri fazla

devam etmedi. 1490 yilinda Tebriz’de meydana çikan bir veba salgini önce

Sultanin annesi Selçuk-Sah Begüm’ün, sonra ogullarindan Yusuf Mirza’nin ve en

sonunda da Sultan Yakub’un ölümüne sebep oldu. Çok genç yasta iken vefat eden

Sultan Yakub Bey’in oniki yil süren hükümdarlik devri Akkoyunlu Devleti’nin

parlak bir dönemini teskil eder. Ancak öldügü zaman, çocuklari çok küçük oldugu

için Akkoyunlu devleti bir buhran dönemine girmistir.

11- Baysungur Bey

Sultan Yakub’un ölümü üzerine yerine, çocuk yasta olan üç oglundan Baysungur,

devlet ileri gelenleri ve bazi boy beyleri tarafindan hükümdar ilAn edildi.

Ancak ülkenin baska taraflarinda da, diger boy beyleri baska sehzadeleri

hükümdar ilAn ettiler. Bu sebeple ülke içerisinde karisikliklar basladi.

Baysungur taraftarlari kisa sürede bu karisikliklari önlediler. Bu sirada, genç

hükümdarin atabegi olan SufiHalil, kendisine rakip olan umerAnin bir kismi ile

bazi sehzAdeleri öldürterek devlet idaresine hakim oldu. Ancak bu durum fazla

uzun sürmedi. Onun idaresini istemeyen emirlerin bir çogu DiyArbekir valisi

Süleyman Biçen ile anlasarak Sufi Halil’i maglup ettiler ve onu yakalayarak

öldürdüler. Bu olaydan sonra Süleyman Biçen Bey Baysungur’a atabey oldu.

Ancak, emirlerin bir kismi, Alincak kalesinde hapis bulunan Uzun Hasan’in torunu

Rüstem Mirza etrafinda toplanarak onu hükümdar ilAn ettiler. Süleyman Bey bu

kuvvetler üzerine yürüdüyse de maglup olarak Diyarbekir’e kaçti. Bu gelismeler

üzerine Sultan Baysungur, annesi tarafindan dedesi olan Sirvan Sahi Ferruh

Yesar’in yanina giderek ona sigindi (1492). Diyarbekir’e kaçmis olan Süleman

Biçen ise yakalanarak öldürüldü.

12- Rüstem Bey

Baysungur’un Sirvan Sahi’na siginmasindan sonra Akkoyunlu Devleti’nin basina

Rüstem Bey geçti. Bes yil kadar devletinin basinda kalan Rüstem Bey’in

hükümdarligi dönemi karisikliklarla doludur. Öncelikle saltanati tekrar elde

edebilmek ümidinde olan Baysungur, kardesi Hasan Bey ile birlikte harekete geçti

ise de yakalanarak öldürüldü. Daha sonra Isfehan valisi ile Gilan hükümdari

isyan ettiler, ancak bu isyan da kisa sürede bastirildi.

Bu isyanlardan sonra Rüstem Bey Safeviler ile mücadeleye giristi. Sultan Yakub

zamaninda kendilerine büyük bir darbe indirilen Safevimüridleri, Ali b.

Haydar’in etrafinda toplanarak yeniden teskilAtlanmaya baslamislardi. Bir kisim

Karakoyunlu boylarini da maiyyetine katan Ali, devlet kurmak için harekete

geçti. Ancak ona bu firsati vermek istemeyen Akkoyunlular, onu agir bir

yenilgiye ugratarak öldürdüler(1493).

Rüstem Bey’in karsisina, Akkoyunlu tahtini ele geçirmek için yeni bir rakip daha

çikti. Ugurlu Mehmed’in oglu ve Fatih Sultan Mehmed’in kizindan torunu olan

Ahmed Bey, dayisi Osmanli hükümdari II. Bayezid’den aldigi yardimlarla Rüstem

Bey üzerine harekete geçti. Rüstem Bey, Ahmed Bey’e karsi çikti ise de,

emirlerinden birçogunun kendisine hiyanet etmesi sebebiyle yenilerek öldürüldü

(1496).

13- Ahmed Bey

Boyunun ve kollarinin kisaligi ve sismanligi sebebiyle Göde lAkabiyla meshur

olan Ahmed Bey Akkoyunlu tahtina oturur oturmaz isyanlar bas gösterdi. Bunun

üzerine Ahmed Bey isyancilara sert davranarak onlari öldürmeye basladi. Ancak

Isfehan tarafinda çikan bir isyani bastirmak için giristigi harekAtta kendisi de

öldürüldü. Saltanati bir sene kadar sürdü. Göde Ahmed Bey’in öldürülmesinden

sonra Akkoyunlu Devleti hemen hemen parçalanma noktasina geldi. Emirlerin her

biri Akkoyunlu sehzAdelerinden birisini ayri ayri yerlerde hükümdar ilAn

ettiler. Böylece Akkoyunlu Devleti içerisinde siddetli bir karisiklik basladi.

Bu mücadeleler sirasinda pek çok emir öldügü gibi, Yezid’de hükümdar ilan

edilmis olan Mehmed Mirza da öldürüldü.

b- Akkoyunlular’in Parçalanmasi ve Yikilisi

Bu karisiklik içerisinde parçalanmak üzere olan Akkoyunlu Devleti Yakub Bey’in

oglu Murad ile Elvend Bey arasinda taksim edildi (1501). Bu paylasmada Irak-i

Arab, Irak-i Acem, Fars ve Kirman ülkeleri Murad’da kalirken, Azerbaycan, Erran

ve Diyarbekir bölgesi de Elvend Mirza’nin idaresine verilmisti.

Akkoyunlu Devleti’inin parçalanmaya yüz tuttugu bu dönemde Safeviler

Azerbaycan’da güçlü bir devlet olarak ortaya çikiyordu. Erdebil Seyhi’nin oglu

olan ve agabeyi Ali’nin Akkoyunlular tarafindan öldürülmesinden sonra

Safevilerin basina geçen Ismail, babasinin müridlerini etrafina toplayarak her

geçen gün biraz daha güçlenmeye basladi. O, Akkoyunlularin dahili

mücadelelerinden de istifade ederek ülke içerisinde rahatça dolasma imkanini

buldu ve Erzincan’a gelip burada teskilAtlanmaya basladi. Bu sirada Osmanli

padisahi II. Bayezid’in Modon ve Koron’un fethi ile mesgul bulunmasi dolayisiyla

Osmanli teb’asindan da binlerce kisi Erzincan’a gelerek müridleri Ismail’e

katildilar. Akkoyunlu Devleti içerisindeki Karakoyunlu cemaatleri ile

Anadolu’nun muhtelif yerlerindeki Osmanli ve Dulkadirlilara tabi boy ve

oymaklarin Erzincan’daki seyhlerinin etrafinda toplanmasi neticesinde Safeviler

oldukça güçlendiler.

Ismail, önce Sirvan Sahi Ferruh Yesar üzerine yürüyerek onu öldürdü (1501).

Safevi seyhi Ismail bundan sonra Akkoyunlu topraklarina saldirmaya basladi.

Bunun üzerine Elvend Mirza kuvvetleriyle Safevilerin üzerine yürüdü. Nahcivan

yakinlarindaki Sürur mevkiinde karsilasan iki ordudan Elvend Mirza’nin

kuvvetleri kalabalik olmasina ragmen Akkoyunlular yenildiler. Akkoyunlu

ordusunun büyük bir kismi ile beylerden bir çogu savas meydaninda öldürüldüler.

Bu savas neticesinde Azerbaycan Safevilerin eline geçti. Akkoyunlular’i bozguna

ugratan Sah Ismail Tebriz’de sahlik makamina oturarak Safevi Devleti’ni resmen

kurdu (1501).

Sah Ismail karsisinda agir bir yenilgiye ugrayarak kuvvetlerinin bir çogunu

kaybeden Elvend Mirza Erzincan taraflarina çekilerek asker toplamaya basladi.

Ancak onun Erzincan taraflarinda bulunmasi Sah Ismail’in pek hosuna gitmedi.

Çünkü Anadolu’dan gelen Sah Ismail taraftarlarinin yollari kesilmis oluyordu. Bu

sebeple Sah Ismail, Sarikaya mevkiinde bulunan Elvend Bey üzerine yürüdü. Elvend

Mirza ve askerleri ise mukavemete cesaret edemeyip Tebriz’e dogru çekildiler.

Sah Ismail onlarin Tebriz yönüne gittigini ögrenince geri döndü. Bunun üzerine

Tebriz’e çok yaklasmis olan Elvend Mirza, Hemedan yolu ile Bagdad’a kaçti.

Bundan sonra hükümetini ele geçirmek için mucadeleye devam eden Elvend Mirza

basarili olamadi. Yalnizca Diyarbekir bölgesinin küçük bir kismina hakim olan

Elvend Mirza 1504 yilinda vefat etti.

Elvend Bey’i bertaraf eden Sah Ismail, bu defa Akkoyunlu Sultan Murad üzerine

yürüdü. Murad, Hemedan yakininda Alma-Kulagi denilen yerde Sah Ismail

kuvvetlerini karsiladi. Ancak yapilan savasta büyük bir maglubiyete ugrayarak

kendisi güçlükle kaçti. Askerlerinin bir çogu ile emirleri ise öldürüldüler. Sah

Ismail bu zafer ile Irak-i Acem, Fars ve Kirman’i devletine katmayi basardi

(1503). O, daha sonra DiyArbekir çevresini de eline geçirerek bütün Akkoyunlu

ülkesine sahip oldu.

Sah Ismail’e maglup olduktan sonra önce Suriye’ye kaçan Sultan Murad daha sonra

Dulkadir-oglu Alaüddevle Bozkurt Bey’e iltica etti. Bu sirada Alaüddevle’nin

kizlarindan birisi ile evlenen Murad, buradan Osmanli ülkesine giderek Yavuz

Sultan Selim ‘in hizmetine girdi. Yavuz Sultan Selim’in Çaldiran seferine de

katilan Sultan Murad, sefer dönüsünde bir miktar kuvvetle beraber DiyArbekir’in

fethi için görevlendirildi. Ancak Sah Ismail’in Urfa valisi olan Eçe Sultan

Kaçar, emrindeki az bir kuvvetle Murad üzerine gelerek onu bozguna ugratti.

Yapilan savasta Murad Bey de öldürüldü ve kesik basi Sah Ismail’e gönderildi

(1514).

Böylece son Akkoyunlu hükümdarinin da ortadan kalkmasi ile Safeviler bütün

Akkoyunlu topraklarina sahip oldular. Sah Ismail, yalniz Akkoyunlu hanedanini

ortadan kaldirmakla kalmamis, Akkoyunlulara tabi olan bütün boy ve oymaklari da

merhametsizce öldürmüstür.

Onun katliamindan kaçip kurtulabilen Akkoyunlu boylari ise Memluk-lular’a,

Dulkadirlilar’a ve Osmanlilara’ siginmislardir.

Akkoyunlu Devleti’nin yikilmasindan sonra Anadolu’da yasayan Akkoyunlu ulusu,

görünüste Osmanli Devleti’ne bagli olmakla beraber, XVI. yüzyildan baslayarak

CelAli isyanlarina genis ölçüde katilmislardir.

II- TESKILAT VE KÜLTÜR

XV. yüzyilda siyasibir birlik kurarak Dogu Anadolu, Irak ve Iran’a hakim olan ve

Uzun Hasan’in hükümdarligi zamaninda en genis sinirlarina ulasan Akkoyunlu

Devleti; örgütlenme, yönetim, düsünce yapisi ve sosyal hayat bakimindan Anadolu

ve Iran’da kurulmus olan Müslüman-Türk devletlerinin etkisi altinda kalmistir.

Bu devletin teskilAti, esas itibariyle Karakoyunlu Devleti’nin teskilAti gibi

CelAyirliler Devleti teskilAtina ve dolayisiyla Ilhanlilarinkine dayanir.

Hükümdarin seçilmesinde sülale ileri gelenleri ile ulusun reisleri söz sahibi

idiler. Hükümdar ayni zamanda ulusun da basiydi. Akkoyunlu hükümdarlari seçimle

basa gelirlerdi. Hükümdarlarin simge olarak çetr ve beyaz renkte sancaklari

vardi. Paralarinda Sultan ünvanini kullanirlardi. SehzAdeler, diger Türk

devletlerinde oldugu gibi, gençlik çagina geldikleri zaman bir vilAyetin

idaresine tayin olunurlar ve atabeyleri ile birlikte bu bölgeyi idare ederlerdi.

Vilayetlerin idaresi validen sonra kadi ve subasilara birakilmisti. Kadilar

ser’i islere bakarlar ve kisiler arasindaki hukuki davalari hallederlerdi.

VilAyetin bütün askeri ve inzibati islerinden ise Subasilar sorumlu idiler.

Akkoyunlu Devleti’nin saray örgütü baslangiçta Ilhanlilar ve Timurlularinkine

benzemekle beraber daha sonralari Selçuklu ve Osmanli tarzinda gelismistir. Uzun

Hasan, büyük fetihlerden sonra Istanbul’daki Osmanli sarayi ölçülerinde bir

saray yaptirmis ve çagdasi olan Fatih Sultan Mehmed gibi bir teskilAt kurmustur.

Akkoyunlu sarayindaki memuriyetler Anadolu beyliklerinde görülen rikAbdar,

tesrifatçi, çasnigir, mirahur, kusçu, muhasip, hazinedar, nekkareci, Sarabdar,

Ferras gibi ünvanlardan olusmaktaydi.

Selçuklularda oldugu gibi Akkoyunlularda da yönetim islerinin yürütüldügü makam

Büyük Divan idi. Divan reisine Sahib-i Divan denilmekte olup bir mühre sahipti

ve gereken belge ve kararlari bununla mühürlerdi. Bundan baska divanda sahib

denilen vezirlerle, her biri bir nezarete karsilik gelen teftis, tugra, istifa

(maliye), adl ve arizidivanlarinin nazirlari, kazasker ve pervaneci bulunurdu.

Bunlardan baska bazi büyük boy beyleri ile sülaleye mensup beyler de divanin

tabii üyesi idiler. Bu beylerin en büyügü olan Emir-i a’zam hükümdarin

katilmadigi seferlerde baskomutanlik görevi yapardi. Valilikler, sülale

mensuplarina ve emirlere verilir. Bunlar da ellerinde bulunan topragin gelirine

göre asker beslerlerdi.

Akkoyunlu Devleti’nde, ordunun temeli yaya ve atli kuvvetlerden olusuyordu.

Süvari birlikleri, Bayindirlilar basta olmak üzere çesitli boylardan seçilir ve

sayilari 30.000’i bulurdu. Uzun Hasan bu birliklere, Osmanlilar’da oldugu gibi

kasaba ve köylerden alinan piyade azablarini da katti. Çerik adini tasiyan ve

eyalet valilerinin emrinde topraga bagli olan timarli sipahiler de devletin

kurulmasinda ve yükselmesinde büyük yararliliklar göstermistir. Bunlardan baska

deveci, yamci, ra’denbaz, bAzbAz, kusçu ve parsci gibi zümreler de Akkoyunlu

ordusunda yer almaktaydi.

Akkoyunlu devletinde, ordu emirlerinin ilAn ve duyurulmasi, askerin çagrilmasi

ve toplanma yerlerinin ilAnini Tavaci adi verilen askeri memurlar yapardi. Bunun

yaninda tavacilar, bütün askerleri bir deftere kaydeder ve böylece asker sayisi

her zaman bilinirdi. Hassa askerleri maaslarini divandan alirlar, azablar ve

çeriklere ise yalnizca harp zamanlarinda maas ödenirdi. Uzun Hasan Bey’in toprak

örgütü ve timarli sipahiler hakkindaki yasalari Hasan Padisah Kanunlari olarak

taninmis olup, çiftçiden, esnaftan, san’atkArdan ve tüccardan alinan vergilerin

adil bir sekilde tarh ve tahsil edilmesi için meydana getirilmisti. Hatta Hasan

Bey bütün örfi vergilerin kaldirilmasini istemisse de mülkive askeri

idarecilerin itirazlari ile karsilasinca bunu gerçeklestirememistir. Hasan

Bey’in kanunnAmesi Osmanlilar tarafindan bir müddet, Safeviler tarafindan da

uzun müddet kullanilmistir. Bu kanunnAme, Akkoyunlu Türkmen Devleti’nin IslAm

malihukuk tarihine yaptigi önemli bir hizmettir.

Akkoyunlular zamaninda bilim ve fikir hayati da önemli ölçüde gelismis idi.

Özellikle Uzun Hasan Bey devrinde ilim ve fennin yayilmasina çok önem

gösterilmis, bu amaçla ülkenin her yaninda medrese, imAret ve diger hayir

müesseseleri yaptirilmistir. Uzun Hasan ve ogullari Halil ve Yakub Beyler Iran,

Irak, Mavaraünnehir ve Türkistan’daki bilgin ve san’atkArlari saraylarina davet

ederek onlari himaye etmislerdir. Uzun Hasan’in davet ettigi bilginlerin basinda

gelen meshur matematikçi ve astronom Ali Kusçu, hacca gitmek üzere Tebriz’den

geçtigi sirada Uzun Hasan Bey’in rica ve israri ile orada kalmisti. Yine uzun

süre Akkoyunlularin sarayinda kalarak onlar adina kitap yazan bilgin ve sair

Celaleddin Devvani, felsefe konularini içeren AhlAk-i CelAliile Uzun Hasan

dönemindeki askeri durumu anlatan ArznAme adli eserlerini Uzun Hasan’a ithaf

etmistir. Ayrica Hasiye-i Kadime ve RisAle-i AdAlet adli eserlerini ise

övgülerini gördügü Halil ve Yakub Beyler adina yazmistir. Uzun Hasan Bey’in

medreselerinde bu Alimlerden baska Tahranli MevlAna Ebu Bekir, yüksek

riyAziyatçi olan Mahmud Can, alim ve edip Kadi Muslihiddin Isa ve sonradan

Osmanlilarin hizmetine geçecek olan ve mühim görevlerde bulunan Idris-i

Bitlisigibi Alimler hizmet etmislerdir.

Akkoyunlu Devleti zamaninda imar faaliyetlerine de önem verilmis, hanedan

mensuplari ile büyük beyler çok kisa süren zamanlarinda gerek Anadolu’da ve

gerekse Iran’da cami, medrese, kervansaray, hastahane, türbe ve saray gibi pek

çok eser meydana getirmislerdir. Ancak bu eserlerin çogu günümüze ulasmamistir.

Bunun sebebi ise yalnizca zamanin tahribi degil, bilhassa Safevilerin,

Akkoyunlular’in yaptirmis oldugu ictimaieserleri plAnli bir sekilde

yikmalaridir. Akkoyunlular zamanindaki bayindirlik müesseseleri, özellikle Uzun

Hasan ve onun ogullari zamaninda basta Tebriz olmak üzere ülkenin pek çok

yerinde insa edilmistir. Hükumet merkezinin Tebriz’e tasinmasindan sonra

Sahib-abad mahallesinde büyük bir saray, Uzun Hasan Camii, büyük bir hastahane

ve Nasriye medresesi gibi eserler yapilmistir. Bunlardan baska Uzun Hasan’in

Mardin’de yaptirdigi hastahane, ashane ve misafirhane; Tercan’daki cami ile

Tebriz’deki Kayseriye Çarsisi, Bayindir Bey’in Ahlat’taki imaret, medrese, cami

ve hamami gibi eserleri sayabiliriz. Akkoyunlularin ilk merkezi olan

Diyarbakir’da da Hoca Ahmed’in 1489 yilinda yaptirdigi Ayni Minare Camii,

Cihangir’in oglu sultan Kasim’in yaptirdigi Seyh Matar Camii bulunmaktadir.

Mardin’de bulunan Sultan Kasim (Kasimiye) Medresesi de bu devrin önemli

yapilarindindir.

Akkoyunlu hükümdari YAkub Bey devrinde onun himayesi ile minyatür sanati da

büyük bir gelisme göstermistir. Akkoyunlulardaki bu minyatür gelenegi

Safevidevleti zamanindaki minyatürler üzerinde derin tesirler birakmistir.

Kaynak:Osmanli tarihi

AKKOYUNLULAR DEVRİNDE ÇEMİŞGEZEK

Anadolunun dogusunda bir oymak ve bu oymaktan bir emaret ve bir ulus meydana

getirerek nihayet bir Imparatorluk kuran Akkoyunlu-larm ananevi şeceresini Ebü

Bekr-i TahrAni el lsfahani (1) KitAb-ı Di-yar-i Bekriye* (2) adh eserinde:

Akkoyunlulann ilk padisaklan olan Kara Yülük Osman beyin soyu (3) (52) nci

babada Oguz Hana çıktıgı ve bunlarm Oguz, yani Türkmen ilinin Baymdir ulusundan

bir oymaga mensup olduklan, Uzun Hasanm ise (39) uncu ceddi Bisut (Basat) (4)

Han oldugu, bayraklarmda koyun renizi bulundurmalan ve mezar taşla-nna koyun

heykelleri (5) kazıttıklan dolayısıyla bunlarm eskidenberi koyun totemine bagh

olduklan ve Müslüman olduktan sonra da bu totenıi terketmediklerinden

kendilerine Akkoyunlu (6) denildigi şeklinde kayd’ştwif tir.

‘ (1) Ebü Bekr-i Tahranf, evvelA 12/Mart/1447 yıh siralarmda Karakoyunlu

hükümdan Cihanş.ah m ve oglu Muhammed Mirzamn maiyetinde Kadı-i leşker lik

ettigi- ve kendisinin münşi ve 1457 yillarmda isvj haylı yaştı bulundugu ve

Ci-hanşahın maflübiyet ve katlinden sonrA da 11 Kasim 1467 de Uzun Hasanm

mai-yetine girerek ona da hizmet ettitinij !Alim, fadil olup muderrislik de

yaptıgmı ve bu eserini Uzun Hasana ithafen mufassal bir Akkoyunlu tarihi

şeklinde yazmaga başladıgını ve Uzun H&sanin- emriyle (1471-875 H.) de

bitirdifini bu eserinde yazmaktadir.

(2) Bu eser, ewelA Iraklı tarihçi AbbAs AzzAv! tarafmdan Basra’da aviikat

Muhammed Ahmet Beyin kütüphanesinde yazma (421) sahife olarak bulunmuştur. Abbas

Azzav!, bu nüshadan daktilo ile iki kopye yaptırmış, bunlardan birisini Ord.

Prof. M. §.’ Günaltaya, di§enni ise Prof. M. H. Yınanç’a göndermek suretiyle

Türk tarihçilerinin istifadesine sunmak iyili§ir.i göstermiştir. Akkoyunlu ve

Karakoyunlu tarihi hakkında araştırmalar diye Belleten. C. 18. !3a. 70. s.

179-182 de yazdıfı çok degerli ve faydalı makale sahibi sayın Adnan Sadık Erzt

ise Mtikrimin Halil Bey nezdindeki nüshadan iki nüsha daha teksir ettirmistir.

Bunlardan birisi W&kale sa-hibinde, digeri de Prof. Dr. W. Htez’in elinde

bulunmaktadir.

(3) Kara Yülük Osman beyin anası Trabzon İmparatorluk ailesine mensup

Mari Komnen nammda bir kadmdir. Ken’disi de Imparator Alexis in kizlarmdan

birini almıştır. .

(4) Bisüt Han, yüz yirrai yıl saltanat sürdü, Mogol askerii babasimn evine

hücura ettigi vakit annesi ona hamileydi, kaçarken dogurdu ve onu yolun üsttine

atarak savuştu. İhtiyar bir kadm onu kaldırdı, ihtimamla saklayıp büvüttü,

yürü-nıege başladı, kadm onu dört ay inek sütiyle besledi, babası Uruz Koca

tekrar ülkesine d5ndögü zaman oflunun hayatta oldufunu ögrendi, araştırdı, buldu

ve ka-dmdan geri alarak adini Blsut (Bt-But) koydu.

Bu hikAye, KitAb-ı Dede Korkut’da da hemen ayni olarak bahsedilmektedir.

(5) Bu koyun heykelli mezar taşlarmdan bir kismmi, aradan beş yüz sene geç-tigi

hald, bAlA üzerinde taşıyan ve uaaktan bakılmca kuyruklu bir koyundan hiç de

Akkokunlular, fur*Aİi (7) ~ve oglu Fahreddin Kutlu Beyler idaresin-de XIII. üncü

asır sonkrma dogru Do
u Anadoluda, Kuzeyde Bayburt Güneyde Urfa — Mardin olmak

üzere Fırat ile Diclenin muhtelif kolları-nın suladıgı bölgelerde kışlak ve

yaylak yaparak dolaşdıkları, bu sıralar-da ülkenin geçirdiği büyük Anarşi içinde

bir çok kargaşalıklara, savaşla-ra katılarak öteye beriye akmlar yapmışlar ve en

nihayet XIV üncü asır iptidalannda, Fahreddin Kutlunun dört oğlundan Kara Yülük

Osman (8) Bey, UrfA’yı Döger boyundan, Kemah’ı Timur’un muhafızı Şemseddinden,

Erzincan ve havalisini Mutahhartenin torunu Yar Aliden, Çemişgezeg’i Pir

Hüseyinden, Harputlu Dülkadir ogullarmdan, Erzurumu Karakoyun luların valisi Pir

Ahmed’ Beyden, Mardin’i Karakoyunlulann muhafızı E-mir NAsırdan alarak Akkoyunlu

hükümetini (1402 — 1435) de kurmağa muvaffak olmuştur.

farkı olmayan beyaz mermer taşlı bir mezarlığın, ewelce Tunç ilinin Çarsancak

kazasına baçlı iken bugün Pertek kazasına baçlı bulunan Vasgert nahiyesinin

Vasgert köyünde raevcut olduğu tespit edihniştir. Hiç şüphe yoktur ki, bu

mezarlık, uzun zaman bu bölgeyi ellerinde bulunduran Akkoyunlulara aittir.

Esasen bu köy, ilk ve orta cat dekoruna bağlı yüksek ve hakim bir tepe üzerinde

kurulmuş va üzerinde harabeler halinde birçok bina izlerine de tesadüf

edilmiştir.

Bundan başka Harput’un batısında ve Harput’a (25) km. mesafede (Sün) köyünde

mermer oyma bir koyun heykeline tesadüf edilmiştir, köy halkı buna (Koç Baba)

derler ve mukaddes tanırlar. Koç Baba, bir aralık ortadan kaybolmuş. .,

Köylüler, bunu köyleri için bir felAketin geleceğine hamlederek korkmuş ve matem

tutmuşlardır. Aradan hayh zaman sonra, bir sabah bakmışlar ki, Koç Baba yerli

yerinde duruyor, bu defa da sevinmişler ve Koç Baba’nın köylerin* tekrar

gelişini uğur sayarak kurban kesmişlerdir.

Halbuki iş öyk değildir, ihtimal bir açık gözlü bumı meraklısına satmak için

kaldırmış ve sonra emeline muvaffak olamayınca tekrar getirmiş olacaktır.

Bu heykelin Akkoyunlular devrinden kalma bir koyun heykeli olduğuna hiç şttphe

yoktur.

Bak, aşağıda Yavuz Selim bölümüne.

(6) Karakoyunlular ise, yine Türkmenlerden Baranh aşiretine mensup ol-dukları

gibi bunlardan (4) ve Akkoyunlulardan (13) hükümdar gelmiştir.

(7) 1848 yılında komşu diğer beylerin de iştirakiyle Trabzon topraklanna ilk

defa hücum eden bu.zattır. Trabzon İmparatoru III üncü Aleksios, yegAne

kur-tuluş çaresini şöyle bir tedbir ile karşılamak istedi, kız kardeşi güzel

Prenses Ma-riayı Tur Ali Beyin oğlu Kutlu Bey ile evlendirmek ve İki taraf

arasmdaki bu akrabahk baglaın sayesinde tahtını korumaktı. Bu Maria’ya bilAhare

Despina ha-tun denilmiştir. Bak. Belleten C. 18. Sayı. 70. s. 189.

(8) Abü Bekr-i TahrAnl’nin dediği gibi Kara Yülük Osman Bey, 300 kadar harbe

iştirak etmiş, yalmz o asrm dfü, bütün tarihin en şeci ve en muharip adamlarmdan

biri olmuştur.

Ancak bu hanedan arasmda bizi yakmdan ilgilendiren V. inci hükümdar Uzun

Hasandir. Uzun Hasan, evvelce Akkoyunlu hükümdar.ı, kardeşi Cihangirin

hizmetinde bulunuyordu, bununla harp eden amcasimn uzerine yürümege memur

edilmiş, vukua gelen muharebede galip gelmiş ve oglu ile birlikte öldürülmüştü.

Sonra Amid (Diyarbekir) de hükümet Re-isi olaji kardeşi Cihangirin elinden

saltanatı almak için tepdili kıyafetle şehre girrniş ve Cihangirin sarayma

ansızın hücum etmiş ise de bunu da-ha evvelden haber alan Cihangir, saraymı

bırakarak firara mecbur kalmıştı. Bu siralarda Uzun Hasan, henüz hükümdar

degildi, yalnız Amid’i zaptetmişti. Nihayet kardeşlerini kendisi ile barışa ve

kendine tAbi olma-ga mecbur ederek Nasrad’din ebü NAsır* unvaniyle (1453 — 857.

H) yi-hnda Akkoyunlu hükümetini kurdu.

Uzun Hasan birçok fütuhatta bulunduktan sonra (1465 — 869. H) de Harput’u

Dulkadir oglu Asian Beyin elinden alarak, onu inaglup ve E1-bistan a kadar takip

ederek sulha mecbur etmiş ve kalenin anahtarlan-m teslim almıştı.

‘ Uzun Hasan, Harput kalesine hakim olduktan sonra kalede birçok tamirat

yaptırdıgmı ve kitabe bıraktıgını, Fatih Ahmet türbesinin önlerlnde ve Kureyin

üstündeki tepelerde yaptırdıgı muazzam bir köşkte, AnAsı Sara hatunla kansmm (9)

oturduklarun Nureddin Ardıçoglu hu-sus! bir rnakalesinde yazmaktadir.

Fatih Sultan Mehmed, (1451) de Trabzon uzerine yürümüştü. O za-man Uzun Hasan,

Fatihe karşı çok mütevazı ve uysal davranmıştı. On sene sonra (1461) de ikinci

seferinde Uzun Hasan, yakm akrabasi olan Trabzon Imparatoru David Komnen i, bu

badireden kurtarmak için Fa-tihi meşgul etrnek üzere Erzurum — Istanbul yolu

uzerinde ve Tokatm Dogusunda bulunan (Kaçunlu Hisar) i, mutasarrifi Huseyin

beyden gas-ben almış bulunuyordu. Fatihin bu kaleyi geri almasi ve Trabzon

uzerine kati hareketi Uzun Hasam telAşa düşürmüş, hattA sulh istemek üzere

anasmı (10) Fatihin yolu üzerindeki Erzincan’a göndermiş, Fatihle Impa-

(9) Uzun Hasan’ın karısı, Trabzon Imparatoru David Komeh’in kardesinin biziydi.

(10) Uzun Hasan’m anasmm adi, Sara hatundu, bunun hakkmda yarim aan ewel Harput

büyükleri arasmda şöyle bir tarihl hikAye söylenir dururdu.

Uzun Hasan’in Harput’da bulunan anasi Sara Hatun Fatih’in yolunu Erzin-can’da

kesti, ve Fatih’le oglu arasmda dostluklar tesisine çahştı ise de, Fatih, b\i

hanımı bir hükümdar anasına lAyık hürnıetle kabul etti v yanma alarak ordusu ile

birlikte Trabzon’a götürdü.

Bu hAdise şöyle hikAye edilirdi:

Fatih, Erzincan ovasmda otafmi kurup askerine ve etrafmdaki iimerasma nihayet 24

saatlik bir dinlenme fırsatı verdigi sırada, çadan önüe yafız bir at ttzerator

arasında vukubulacak mıtharebede tamanıen tarafsız kalacagmı temin ile (1463 —

867. H) de Fatihle aralannda bir muahede imza edilmişti,

Fatih Trabzon’a gitmiş, denizden ve karadan şehri sıkıştırmca İmparator, boyun

egmefe meebur kalmış ve şehrin anahtarlannı teslim ile ailesi ve kendisi

Istanbula nakledümişlerdi.

Uzun Hasan, bundan sonra en büyük düşmanı Kara Koyunlu hükümdarı meşhur Cihan

Şahı (1467) de ve sonra Teymurlardan Ebu Said Hanı da (1469) da Aras

muharebesinde maglüp ve esir ederek her ildsini de öldürtmüştü. Işte bu

Galebelerden cüret ve cesaret alarak üç dört sene gibi az bir zaman içerisinde

kuvvetleriyle daima harekette bulunarak ülkesini Horasandan Acemistanm yarısım

içine almak suretiyle Karamana kadar genişletmişti. Sonra Osmanlılardan kaçan

Karaman ve Candar ofullarmın teşvıkiyle (1472) de Osmanlı hududunu geçti ve

Tokatı ya-kıp yıktıktan sonra Karaman ülerine kadar sokuldu.

Fatihe gönderdigi bir mektupda: Adap dışına çıkarak Adeta meydan okur gibi bir

lisan kullanıyor, (KApadokyayı ve Trabzon İmparatorunun danıadı oldugund’an bir

de Trabzonu istiyordu. Fatih, bu mektubu: (— Badema üçimiz ok, lAfırmz

kılıçtır.) diye ilk baharda görüşecefini ima ile cevaplandırdı. Fatih, o günden

itibaren hazırlıga başladı. Rumeli ve Anadolu askerleriyle mevcüda 100:000 den

ibaret ordusuyla (Şevval 877 — Mart 1473) de Üsküdardan foAreket ederek

Yenişehir’e gitti, orada ordusunu gözden geçirerek hartket emri verdi. Sivas —

Erzincan’a vardı.

rinde^ve etrafında beş on muhafızı ile bir kadın iniyor, işte bu kadm, Uzun Ha-

sanın anası Sara hatundu. ,

Fatih, Sara Hatunun huzuruna girmesini ferman buyurunca, Sara Hatun, bir

kuman’dan veya bir em!r gibi serbestçe Fatih’in çadırına giriyor ve o zamanın

ana-

nesine göre el ve etek öptükten sonra, ben Uzun Hasan’m anasıyım deyince, Fatih,

kendisinin rakibi olan bir hükümdar anasınm korkmıyarak bu şekilde fütursuzca

otafına kadar gelmesini, Hatunun kahramaniıfına ve cesaretine bir delil sayarak

ona yer gösteriyor… Sohbet başlayınca, Sara Hatunun aklı başmda, sözü sohbeti

yerİnde ve aynı zamanda dindar ve bilgili bir hanım oldufunu gören ^atih,

iltifat-ı

şahanede bulunuyor. m

Sara Hatun, oglunun af edilerek araların’da sulh yapılmasmı ve aynı zamanda

Harput’da ismine izafetle bir cami yaptırmak emelinde oldugundan iradelerini

Fa-tih’ten rica ediyor. Fatih, Sara Hatunun bu iki dilefini de kaıbul cderek

yukarıda sözü geçen tarafsızlık muahedesi imza ediliyor ve Trabzon’dan dönüşünde

de camiyi yaptırıyor ve ismine izafetle bu camiye Sara Hatun camii deniliyor,

Aradan beg yüz yıl geçtifi halde bugün1 Harput harabelerinin üzerinde

mev-cudiyetini hala muhafaza eden bu cami, Sara Hatun ismiyle anılmaktadır.

O sırada Uzun Hasan da 70.000 kişilik bir kuvvetle Tebrizden ilerli-yerek

Tercan’a kAdar gelmiş ve garbi Fırat kıyılarını tutmuştu.

Fatihin öncü akmcılarının kumandanı olan Mihal oglu All Bey, bu hali görünee

korkusundan düşmanla temasdan çekinerek geriye döndü. Arkadan bir fırka hafif

süvarj ile ilerlemiş olan Has Murat Paşa ise, şe-caatine güvenerek Vezir Mahmut

Paşanın sözünü dinlemeyip Fıratı geç-ti. Uzun Hastmn oglu Ugurlu Mthmet Bey iyi

bir tabya kullandı, bu kuweti içeri çekerek’tarümar etti. Has Murad Paşanın

birlikleri tamamen maflüp ve perişan oldu, kendisi de Fıratta boguldu.

Fatihin en cesur bir birlifinin bu suretle mahvedilmesi Uzun Hasanı büyük

ümitlere düşürdü. Aldıfı mühim miktardaki esirleri önüne kata-rak ordusuyla

tedrici surette daha gerilerde emin müdafaa hattı kurmak üzere Bayburt’a do
ru

çekilirken Fatjh arkasmdan yıldırım süratiyle, Erzincan — Erzurum — Bayburt

Mçktninin arasında bulunan (Otluk Be-li) nam mahalde Uzun Hasana yetişti.

Muharebe (16 Rebiül – Evytl 878 — 11 Agustos 1473 Çargamba günü başladı. Bizzat

Uzun Hasanın idare tti
i merkez kuvvetlerine karşı Fatihin hücumu ve bu sırada

Uzun Hasanın oglu Zeynelin maktul düşmesi karşı tarafın maglübiyetine sebebiyet

verdi. Uzun Hasan, az bir maiyetle kagabildi.

Fatih, bu muvaffakıyetten pek ziyade memnun kaldı, esir aldıgı 40 bin kişiyi

serbest bıraktı ve üç gün ordugAhta kaldıktan sonra, Padişahın ve ordu erkAmnın

arzuları hilAfuıa Vezir Mahmud Paşa (11) nın israriy-le Uzun Hasanm takibinden

vazgtçildi. Bunun üzerine Fatih, Uzun Ha-sarim sayılı ümerasmdan beş kişiyi

Amasyaya gönderdikten sonra kendi-si de arkalarmdan İstanbula döndü.

Bu muharebeden sonra, topraklarından büyük bir kısmım ve birçok mühim kalelerini

ve kuvetlerini kaybeden Uzun HAsan, yeni kuvvetleriy-le Gürcistan’da bazı

faaliyetlerde bulunmuş ise de artık belinj dogrula-mamış ve nihayet (1478 — 883.

H) yılı başında Tebriz’de ölmüştür (12).

Uzun Hasanın yedi evlAdı, y©di de torunu vardı. Payitahtını Amid’ den Tebrize

nakil etmişti, Tebriz’de muhteşem bir saray teşkilAtı kuran,

<11) Bu yüzden Fatih, Istanbul's gelir gelmez Vezir Mahmut Paşayı öldürttü.

Istanbul’da Mahmut Paşa semti ve pazarı bu- zatm ismine izafe edilmiştir. Yine

bu semtte büyük bir camii vardır, türbesi de bu camiin yanmdadır.

(12) Gerçi halk arasında Uzun Hasan’m mezarmm Çemişgezek’te oldugu ve

tti-rbesinin üstünde büyük bir dergAh bulundugu söylenmekte ise de, bu dogru de-

^ildir, . , . .

Bu türbe, hükümetini Erzincan’dan Çemişgezek’e nakleden AlA al-Din Davud Şahm

oflu Qenaişgezek Eıtıfri ŞeyhFHasaa’a

Ilimleri, şairleri etrafma toplayan ve gayr-i medeni bir halde olan

ulusu-medeniyete intibak ettirmeje çalışan, birçok din! ve ilmi ve hayre

.”matuf müesseseler kurmak, devletini tanzinı ve teşkilAtlandırmak için

kanunlar ve nizarnlar yapan, ve başka dillerden türkçeye eserler tercüme ettiren

ve hattA Kur’am Kerimi bile Türk diline çevirterek bunu huzurunda okutan Uzun

Hasan, muhakkak ki, XV nci asrm en büyük ve en şayan-ı dikkat bir türk

hükümdarıydı; fakat saltanat veraset işini . btitün Türk devletlerinde oldugu

gibi – bir kanun veya bir oife bagliyama-di
mdan ve yaptıgı teşkilAtm merkezi

olmaması yüzünden ulusuna ba
-h boy ve oymak beylerinin münferiden har.eketleri

ve birbirleriyle mücadeleleri yüzünden pek az bir zaraan içersinde yıkılıp

gitmiştir.

Uzun Hasanın arazi teşkilAtı ve timarh Sipahiler hakkmdaki kanunlari (Hasan

Padisah Kanunlan) narniyle meşhur olup bu kanunlardan (Harput Livasi Kanunnamesi

(13) nin hükmü Doguda Yavuz Sultan Se-lim devrinde bile tatbik ediliyordu.

(13) 1 — Tafsil-i Kanunname-i Liva-yi Her hurt:

Bermuceb-i kanun-ı osmani mahsulAt-ı kura ma’a sehir re bac ve tamga’ ve sair

cihat hAki der şehr-i mezküre’est bermuceb-i kanun Hasan Padisah nehade şüde

bimarifet-i mir-i miran ve bikadı-i Amid biihtiyar RiayAy-ı VilAyet-i mezbüre.

2 — Evvel kura da vaki olan riayAki müslümanlardır anunkim çift ola her çift

başma resm-i çift deyu ellişer osmani akçaların alalar ve anlarun kim çift

dlmaya veya bir hanede tekrar müzewiç ola anlardan .dahi on ikişer akça resm-i

bennaki alalar ve bunlardan ziraat eden kimesne olsa ziraatine göre hesap edüp

her iki dönümüne birer akça alalar ve anlar kim mücerred olalar atalanna hizmet

cder olmayup ki alAhazihi kendu öz kArlarmda olalar anlarm gibiden altışar akça

resm-i cebabennAk alalar.

Ve kef ere tayifesinden bu zikr olan rusumyat ahnmayup haman her haraçgüzar

Refer başına yirmi beşer akça tspençe alalar.

Bu zikrolunan hususlarm ahnmasinin mevsimi ewel bahar evAil-i marttadır. Andan

mukaddem almayalar.

3 — Ve ziraatlarmdan egrer müslüman ve ger kefereden hums iizre alalar amma

müslümanlarun penbelerinden ve bostanindan ve bag ve meyvelerinden yedi-de bir

alalar ve geru keferesinden hums iizre alalar.

4 — Ve resm-i Arüsiye her arüsiyeden altnuş akça alalar ol kim kiz oglan ol

nikAhı ne yerde vAki olursa olsun atasi ne yerde mukayyet ise anda alalar amma

dul avret her ne yerde nikAh olsa anda alalar.

5 — Ve resm-i asel hasil olan baldan öşür üzre alalar.

6 — Ve resm-i AsiyAb her birine ayda beş akça hesap edüp alalav ki yıllıgı

altmış akça olur.

7 — Ve adet-i afnam her iki koyuna bir akça alalar ve resm-i Yaylak her yaylakci

olan kimesnelerden ki Çihar-pA-sı ola anlann her hanesinden bir nükü yag alalar

ki iki yüz dirhem ola.

8 _ Ve ceraim-i hayvanat içün dahi ya at veya sıfır ekine girüp ziyanhk eylese

her sıfır veya at başma beşer akça cürmün alalar ve beşer akça dahi uralar

Akkoyunlu Devleti

Akkoyunlu Devleti’ni kuran hanedan Oğuzların Bayındır koluna mensuptur. Tıpkı

Karakoyunlular gibi İlhanlı hAkimiyetinin sarsılmasıyla, güçlenen Akkoyunlular,

Bayındır, Döğer, Bayat, Çepni gibi Oğuz boyuna mensup kitleleri ve İnallu,

Hacılu, Bayramlu ve Musullu gibi konar göçer cemaatleri etrafında toplayarak

fetihlerde bulunmuşlardır. Henüz 14.ncü yüzyıl ortalarında Tur Ali Bey, Trabzon

Rum devleti üzerinde baskı kurmuştu. Kara Yülüg Osman Bey’in kadı Burhaneddin

Ahmet’i ortadan kaldırması ve Sivas’ı ele geçirmesiyle (1398) Akkoyunlular

tamamen müstakil hAle geldiler. 15.nci yüzyıl başlarında devlet, Timur’un da

yanında yer alarak gücünü artırdı ve Diyarbakır merkez olmak üzere, bütün güney

ve doğu Anadolu, Akkoyunlu hAkimiyetine girdi. Uzun Hasan dönemi (1453-1478)

Akkoyunluların en parlak dönemi olmuştur. Karakoyunluları ve Hasankeyf’teki

Eyyubi hAkimiyetini yıkan Uzun Hasan, Azerbaycan’ın ele geçmesi üzerine başkenti

Tebriz’e nakletmiş ve sınırlarını doğuda Hazar’a kadar genişletmiştir. Fakat

Osmanlılara karşı Otlukbeli’nde uğradığı ağır yenilgi (1473), Uzun Hasan’ın

bütün Türk dünyasının lideri olma hayalini sona erdirdiği gibi, devletinin de

zayıflamasına yol açmış; ölümünden sonra çıkan taht kavgaları sonucunda devlet

ikiye bölünmüştür. Neticede bundan faydalanan Şah İsmail, Tebriz’i ele geçirerek

Akkoyunlu Devleti’ne son verip, Safavi Devleti’ni kurmuştur (1502).

UZUN HASAN

Uzun Hasan 1423 yılında Diyarbakır’da doğdu. Akkoyunlu hükümdarı Ali Bey’in oğlu

Cihangir, babasının ölümü üzerine tahta geçmişti. Uzun Hasan, kardeşi

Cihangir’in emri ile yaptığı askeri mücadelelerden sonra, giderek güçlendi ve

kardeşi Cihangir’i başkentten uzaklaştırarak Akkoyunlu hükümdarı oldu. Trabzon

Rum İmparatoru’nun kızı Katerina Despina ile evlendi. Trabzon’u Osmanlı

saldırısına karşı koruyacağına söz verdi. Uzun Hasan, ayrıca İstanbul’a elçi

göndererek, Trabzon Rum İmparatorluğunun her yıl verdiği verginin affedilmesini

ve karısına çeyiz olarak verilmiş olan, Kayseri yöresinin teslimini istedi.

Fatih Sultan Mehmed bu istekleri reddetti. 1461 ilkbaharında Trabzon seferine

çıktı. Osmanlı akıncıları karşısında başarısız olan, Uzun Hasan’ın

kuvvetlerinden yardım alamayacağını anlayan, Trabzon Rum İmparatoru David

Komnenos 26 Ekim 1461’de Trabzon’u, Fatih Sultan Mehmed’e teslim etti. Uzun

Hasan bu gelişmelerden sonra ülkesini Gürcistan, Suriye ve Azerbaycan yönünde

genişletmek için harekete geçti. Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah’ı yenilgiye

uğrattı. Giderek güçlenen Akkoyunlu ülkesi, Horasan dışında bütün İran’ı,

Ermeniye’yi ve Mezapotamya’nın önemli bir kısmını kapsıyordu. Uzun Hasan bundan

sonra Osmanlılarla mücadeleye girişti. Karamanoğlu Pir Ahmed ve Kasım Beylere

yardım ederek onları Osmanlılar aleyhine kışkırttı. Akkoyunlu kuvvetleri 1472’de

Tokat’a baskın yaptılar. Ayrıca Akkoyunlu kumandanı Yusuf Mirza, Kayseri,

Karaman, Hamideli yörelerini ele geçirdi. Bunun üzerine Fatih, doğuda kendisi

için tehlikeli duruma gelen Uzun Hasan’ı ortadan kaldırmaya karar verdi. Osmanlı

ve Akkoyunlu kuvvetleri 11 Ağustos 1473’de Otlukbeli’nde karşılaştılar. Osmanlı

topçusu tarafından kuvvetleri bozguna uğratılan Uzun Hasan İran’a çekildi.

Akkoyunlular Devleti’nin merkezini Tebriz’e naklettiler. Uzun Hasan Gürcistan

seferinden dönerken hastalandı ve kısa bir süre sonra 1478 yılında Tebriz’de

öldü.

TİMUR (1336 – 1405)

Timur 1336’da Keş’de doğdu. Türkler kendisine, Aksak Timur derlerdi. Barlas

aşiretinin başbuğlarından Emir Turagay ile Tekina Hatunun oğluydu. 1370 yılında

hükümdar olan Timur askeri ve idari düzenlemeler yaptı. 1373’de Harizm seferine

çıkan Timur, Kat şehrini ele geçirdi. Daha sonra Celyirlilerin başkenti Hocend

üzerine yürüdü ve şehri ele geçirdi. Bu bölgede seferlere ve zaferlerine devam

eden Timur giderek güçlendi. 1379’da Harizm’i tamamıyla, 1381’de de Sebzvar’ı,

topraklarına kattı. 1384’de Irakı Acem’e giren Timur, aynı yıl Esterabat’ı ele

geçirdi. 1386’da Tebriz, Kars ve Tiflis’i aldı. Azebaycan ve Ermenistan

bölgelerindeki seferleri sonunda Karakoyunlulara karşı savaştı ve 1387’de Doğu

Beyazıt, Ahlat, Adilcevaz ve Van’ı ele geçirdi. İran’a yönelen Timur, Maraga,

Rey ve Isfahan üzerine yürüdü. 1389 yılında Altınordu devleti üzerine sefere

çıkan Timur, iki kez zafer kazandı. 1391 yılında Mazerdan bölgesini ele geçirdi.

Timur, bütün Şiraz ve Kirman’ı ele geçirdikten sonra Bağdat, Tekrit, Erbil ve

Musul’a hakim oldu. Urfa’yı ele geçiren Timur bir süre sonra Akkoyunlu ve

Karakoyunlu beylerini kendine bağladı. 1395 yılında Derbendi ele geçirerek

kuzeye yönelen Timur, Ukrayna ve Kiev üzerine yürüdü. Özi ırmağı kıyısında

bulunan Kırım ve Azak çevresindeki Ceneviz kolonilerini ele geçirdi ve

Moskova’ya dayandı. 1398’de Hindistan’a girdi. Delhi’yi ele geçirdi. 1400’de

toplanan kurultaydan sonra Gürcistan Seferine çıkma kararı aldı. Ardahan ve Kars

üzerinden Bingöl’e geldi. Ahmed Celayir ve Kara Yusuf, Timur’dan kurtulmak için

Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’e sığındılar. Bayezid, Timur’a bağlı olan

Erzincan’ı ele geçirdi. Timur ise 1400 yılında Erzincan’a tekrar hakim oldu ve

Sivas, Malatya ve Behisni şehirlerini ele geçirdi. Suriye üzerine yürüyen Timur

Halep’i aldı ve Şam’ı kuşattı ve aldı. 1402 yılında Erzurum, Erzincan, Kemah ve

Kayseri üzerinden Ankara’ya doğru hareket etti. Ankara’da Çubuk ovasında yapılan

savaşta Osmanlı Kuvvetlerini büyük bir bozguna uğratan Timur, Yıldırım Bayezid’i

esir aldı. Bir yıl Anadolu’da kalan Timur bütün Anadolu illerini ele geçirdi.

1403’de Gürcistan, 1405’de Çin seferine çıktı. Pir Muhammed’i yerine veliaht

bırakan Timur, Otrar’da öldü.

TİMUR’UN HAYATI

Timur Cengiz’den 110 yıl sonra 1336’da dünyaya gelmiştir. Babasının adı Tarağay

(Turgay) idi. Türkistan’da Keş ve Nahşep valisi idi. Annesi Cengiz Han

sülalesinden Tekin Hatun idi. Ailesine Köregen (Gürgan-Gürkan) denirdi ki, güzel

demektir. En eski Türkçe’deki hali ise kurıkan’dır.

Rivayete göre, atalarından Şahkulı Bahadur, bir rüya görür. Rüyasında kendinden

8 tane yıldız çıkar. Bunlardan sekizincisi pek parlak olup dünyanın dört bir

yanına ışık saçar. Tabirciler Şahkulu’ndan 7 göbek sonra bir oğlan dünyaya

geleceğini, ve büyük bir devlet kuracağını söylerler. İşte bu oğlan Timur’dur.

Timur demir demektir. Osmanlıca’da demir timur diye yazılırdı.

O oönemde Türkistan ve Soğd diyarında Kazgan Han hüküm sürüyordu. İyi ata binen,

iyi kılıç kullanan ve attığı oku yüzük deliğinden geçiren Timur, Kazgan Han’ın

ordusunda görev almış ve meziyetleri ile hemen göze girmişti. Kazgan Han onu

Celayirler’den Olcay Türkan adlı prensesle evlendirmişti.

Ancak Kazgan Han müstebid bir kişiydi. Halkı tarafından öldürüldü. Yerine geçen

üç han da peşpeşe aynı akıbete uğradı. Ülkeyi kargaşa sardı. İşte bu dönemde

Timur’un mensup olduğu Gürkan Türk boyu ile Celayir Türk boyu onun etrafında

kenetlendiler.

Nihayet karışıklık duruldu. ve Çağatay tahtına Tukluk Timur oturdu. Bu han da

Timur’a kumandanlık verdi. Böylece Timur hem bulunduğu Maveraünnehir’de

siyasetle ilgilenmeye başladı, hem de sofi şeyhi Pir Kutb-ül Aktab Zeyneddin

Ebubekir’e intisap ederek manevi yönünü geliştirmeye çalıştı. Bu zatı sonradan

sadr yapmıştır. (6)

Timur, Zeyneddin Ebubekir’in yanısıra Mir Seyyid Şerif ve Hoca Bahaeddin’den de

eğitim görmüştür ki, bu ikincisi Nakşıbendi tarıkatının kurucusu idi.

Manevi yönü kuvvetli olmasına rağmen Timur, siyasette her şeyi mubah sayardı.

Onun için Hakan’ı hediyelerle elde etmeye çalışır, Hakan bir şey sorarsa, ona

yanlış şeyler söyler, etrafındaki iyi adamları bir vesile ile uzaklaştırıp

yerlerine kendi akrabaları olan Barlas ve Celayir boyu mensuplarının

yerleştirirdi.

Nihayat kendini Hakanın oğlu İlyas Hoca’ya vezir ve kumandan tayin ettirdi.

Ancak bir süre sonra Han, Timur’dan kuşkulanınca, valilikten istifa edip sadece

kumandanlıkta kaldı.

O sırada İlyas’ın askerleri yağmacılığa başlamışlardı. Halk ile menla diye

bilinen hocalar (7) ve derviş takımı ayaklandı. Askerler 70 menlayı zincire

vurdular. Timur’un beklediği fırsat çıkmıştı Askerleri ezip menlaları kurtardı.

O tarihten sonra, Timur’un hayatının akışı değişti. Halk onu din kurtarıcısı

gibi görmeye bayladı. O ise kendine, Men Timur, Tangrı kulu diyordu.

Bu olay üzerine Hakan kendisini idama mahkum etti. Timur da din ehli ile bir

anlaşma yaptı. Arkasından 60 adamıyla birlikte dağa çıktı. Peşinden gönderilen

1000 kişilik bir orduyu mağlup etti. Üç yıl dağda efe hayatı yaşadı. Bir

defasında bir eşkiyanın eline karısıyla birlikte esir düştü, ama bir yolunu

bulup kurtuldu.

Çevresine toplanan insanların sayısı gittikçe arttı. Seyyidler de onu

desteklemeye başladılar.(8) Bir süre sonra Timur güçlendi. Horasan’ı,

Afganistan’ı ve Kandehar’ı aldı. Bu arada yaptığı bir savaşta ayağından okla

yaralandı ve hayatı boyunca topal kaldı. Bundan dolayı da Timurlenk diye anıldı.

Timur güçlenince, Çağatay Sülalesi’ni (9) ülkesinden atmıştı. Bir süre sonra da

Kazgan’ın oğlu Hüseyin’i bertaraf etti. Türk diyarında rakipsiz kaldı. 1369’da

ak keçe üzerinde Türk töresine göre Han ilan edildi. Semerkant’ı kendine

payitaht yaptı.

Timur, Şamanist Cengiz Han’ın kanunnamesi olan Yasakı kaldırıp yerine Şeriatı

getirdi. Yarlıkı kaldırıp yerine Tüzükü koydu. Halkı 12 sınıfa ayırdı. Bütün

tarhanlıkları vakıf yaptı.(10) Türk örfüne göre işleyen mahkemeleri, şeriat

esasına çevirdi. Ahali bu değişikliklere ayak uydurmakta çok zorluk çekti.

Ancak kolayca görülüyor ki, Asya’nın müslümanlığa adapte olmasında Timur’un payı

büyüktür. O tarihlere kadar Türkler İSLAMİ ESASLARI kendi kültürleriyle

yoğurmuşlar ve İslam’ın en güzel şekli diyebileceğimiz TÜRK İSLAM ANLAYIŞI’na

ulaşmışlardı. Ancak islami kuralların kanunlar halinde uygulanmasına pek

geçilmemişti. Timur bunu sağladı.

Timur 6 yılda 5 defa Türkistan’a sefer düzenledi. Sonra İran’daki Sıyistan’ı,

Mazenderan’ı aldı. İtaatsizlik eden Moğolları tepeledi. Bu olay da Timur’un

Cengiz soyundan olmasına rağmen, Moğol sayılarak dışlanamıyacağının bir başka

delilidir. Kaldı ki, Moğolların da bizden sayılması gerektiğini, daha önce

belirtmiştik.

1387’de İsfahan’da bir demirci ayaklanıp 3,000 askerini öldürünce, İsfahan’ı

yaktı.(11) Öldürdüğü 70.000 kişinin kellesinden küleler yaptı. Sonradan bu olay

bazı Kürt militanların kendilerine bir Demirci Kawa efsanesi uydurup, devrim

edebiyatı yapmalarına yol açmıştır.

Azerbeycan’ı Doğu Anadolu’yu zaptetti. Bilindiği gibi, Timur’un atası Cengiz’in

soyu Asya’yı hemen tümüyle kontrolleri altına almışlardı. Türkler zaten Çin’in

kuzeyinde asırlardır hüküm sürüyorlardı. Kubilay ile Güney Çin’e de hakim

olmuşlardı. Ancak 1370’de çıkan bir ihtilal, Türklerin Çin’den büsbütün

çekilmelerine yol açmıştır.

Batıda ise Cengiz’in oğlu Cuci soyu hüküm sürüyordu. Kırım’da Toktamış Han,

Kıpçak diyarında Şeyban Han ve Volga taraflarında da Orus Han vardı. Bu kardeş

çocukları birbirleriyle uğraşmadan duramıyorlardı.(12) İşte o sıralarda Orus

Han, Toktamış Han’ı mağlup etmiş, Toktamış ta Timur’a sığınmıştı. Timur da

kendisine Otrar bölgesinde arazi verdi.

Orus Handan sonra başa geçen Mamay, Moskova Prensi Dimitri İvanoviç’e 1378’de

yenildi. Bu suretle o tarihlerde 1-2 milyonu geçmiyen Ruslar güçlendiler,

yayıldılar. Bir kısım Türkleri ruslaştırarak çoğaldılar. Bu mağlubiyetimizin

abideleri, tabloları Rus sanatında önemli bir yer tutar.

Her nekadar bir süre sonra Toktamış Han, gelip Rusları mağlup ettiyse de,

Timur’la arası bozulduğu için, Ruslar yok olmaktan kurtuldular (1382).

Timur 1389’da tekrar Kıpçak diyarına ve Toktamış’a saldırdı. Onu Moskova’ya

kadar kovaladı. Sonra Rusya’yı da ele geçirerek Macaristan’a kadar yayıldı.

(1391) Bu savaşların hepsinde yanında, kendisinin tahta oturacağını çok önceden

haber veren İmam Berke vardı.

Timur yerine Cengiz Han olsaydı, ele geçirdiği yerleri ülkesine katardı. Timur

ise, zaferden sonra Semerkant’a döndü. Kısacası Timur, Cengiz’in en önemli gücü

olan idareci ve memur kadrosuna sahip değildi. Bu yüzden de çok yer fethetmesine

rağmen semeresini toplıyamamıştır. Zaptettiği topraklardan ayrıldıktan sonra

oradaki hakimiyeti sona ermiştir. Bu, Anadoluda da böyle olmuştur.

Kuzey Asya, yani Sabir Türkleri (13) ve diğer Türk boyları müslüman da olsalar,

Şamanist te; şeriatçı Timur’dan pek hoşlanmıyorlardı. Onun için Timur çekilince

Toktamış’ı desteklemişlerdir. O diyarlarda hala çalınıp söylenen Toktamış

türküleri vardır.

Azerbeycan’a gelince, orada hüküm sürmekte olan İlhanlı (Cengiz) soyundan Han,

Timur’un torunu Pir Muhammed’e kızını vererek onunla akraba oldu.

Timur, Siyistan, Belücistan, Afganistan, Doğu Anadolu’dan sonra İran’ı ve Irak’ı

zaptetti. Bağdat’ı aldı, Kerbela’ya dayandı.(1392) Sonra Gürcistan’ı ele

geçirdi. Şiraz Valisi Şah Mansur isyan edince, 17 yaşındaki oğlu Şahruh’un

katıldığı bir savaşta onu mağlup etti. Şahruh, Mansur’un başını kesti, getirip

babasının önüne attı. Timur da, Şahruh’u Horasan, Sicistan, Mazenderan’a padişah

yaptı. İran’ı oğlu Ömer’e, Azerbeycan’ı da oğlu Mirza’ya verdi.

1398’de Hindistan seferine çıktı. Amacı oradaki despot prenslikleri ortadan

kaldırarak kafirleri müslüman yapmaktı. Ama Timur nedense hep Türk ve müslüman

olanlarla savaşmış, bu yüzden de belki kafirlerin güçlenmesine bile sebep

olmuştur. Hindistan’da öyle oldu.

Saldırısının odak noktasını Delhi Sultanı Mahmud-u Guri teşkil ediyordu. Timur

Sind ırmağından Ganj’a kadar olan kısmı zaptetti. Delhi’yi muhasara etti. Mahmud

fillerini öne sürdü. Timur’un atları korkup geri çekildi. Ama ertesi gün Timur

arabalar üzerinde saman yakarak filleri bununla karşıladı. Bu sefer de filler

ürktüler. Delhi düstü. Timur müthiş bir katliam yaptı. Anlaşılmaz görünse de,

sonra ilim ve sanat adamlarını aldı, Semerkant’a götürdü. Gittiği her yerde

böyle yapmıştır.

TİMUR’UN KİŞİLİĞİ

Timur sadece cengaver yönüyle bilinir. Ancak arkasında pek çok eser bıraktığı

gibi, ilk botanik ve hayvanat bahçeleri sayılacak bahçeler de düzenletmiştir.

Hanlar, hamamlar, kervansaraylar yanısıra Amu Derya ve Siri Derya arasında pek

çok kanal açtırmış ve bölgenin refaha kavuşmasını sağlamıştır. İpekçiliğe, kağıt

imaline önem vermiş, kenevir ve keten ekimini de o başlatmıştır. Adam seçmesini

bilir, böylece işlerin düzenli gitmesini sağlardı. Halk ile daimi temasta idi.

Adalet hissi pek güçlüydü.

Çocuklarını da çok iyi eğitmiş, onların sefahattan uzak kalmasını sağlamıştır.

Şahruh’un oğlu Uluğ Bey ise büyük bir matematikçi ve astronom olmuştur. Diğer

torunu Babür Şah ile onun oğlu Hümayun, onun oğlu Ekber Han da alim ve feylezof

kişilerdi.

Kurduğu ilim merkezleri medreseler, Semerkant’a toplanan alimler Türk dünyasına

olduğu kadar Osmanlı Devleti’ne de 200 yıl hizmet vermiştir. Eğer Semerkant

olmasaydı, Osmanlı Devleti çok daha önce gerilemeye başlardı.

Timur ayrıca Türkçe yazan hükümdarlardan olduğu gibi, onun zamanında Türkçe eser

verme alışkanlığı da artmıştı. Daha önce Ahmed Yesevi ve Yusuf Has Hacip vardı

ama bu konuda Timur’un katkısı Karamanoğlu Mehmet Bey’den fazladır.

Timur Meşhed’e girdiğinde ilk önce Eba Müslim Horasani’nin mezarını ziyaret

etmiş, Firdevsi’nin mezarına ayağıyla vurup, Kalk ta Türk’ü gör! demiştir.(16)

11. yüzyıldan sonra batıya göçeden Müslüman Oğuzların geleneklerini sürdüren ve Türk dillerinin güney batı koluna bağlı bir dil (Türkmence) konuşan halka Türkmenler denir. Anadolu’da göçebe Türkmenler Yörük adıyla da anılırlar.
Oğuzlar yaklaşık 2 yüzyıl süren batıya göç hareketi sonunda Türkmen adını benimsediler. Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynayan Türkmenlerin devletleşme sürecine uyum sağlayamadıkları için uç bölgelere göç etmesi Anadolu’nun Türkleşmesine katkıda bulundu.
Geleneksel yaşam biçimini sürdüren Türkmenlerin önemli bir bölümü eski kandaş eşitliğine sırt çeviren Selçuklu yönetimine karşı sürekli bir muhalefetin, yer yer ayaklanmaların kaynağını oluşturdu.
Moğol istilasından kaçan güneyde Suriye’ye inerek Memlüklere sığınan bazı Türkmenler, Anadolu’yla bağlarını kesmemişler ve Suriye’yi kışlak Orta Anadoluyu yaylak edindiler. Moğol istilası ile Anadolu’ya yeni Türkmenler gelmiştir. Batıda ise Türkmenler çeşitli beylikler kurararak Osmanlı Devletinin kuruluşunda rol oynamışlardır.

Yürük olarak da bilinen Yörükler; Anadolu ve Rumeli’de hayvancılıkla uğraşan göçebe Türkmen’lerdir.
Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkmen topluluklarının göçebe yaşamı yeğleyen ve yalnızca koyun yetiştirenleri, büyük olasılıkla 13. yüzyılda Yörük olarak anılıyordu. Anadolu Beylikleri bunlardan küçük askeri bölükler oluşturdular. Osmanlı döneminde Anadolu’daki Yörüklerin önemli bir bölümü Rumeli’ye göç ettirildi. Fatih Kanunnamesi’nde Yörüklere, reayaya göre bazı vergi bağışıklıkları tanımıştı. Bu ayrıcalıklar
Yörüklerin reaya olmasını önlemiş, bazı yasaklamalar ve sınırlamalar da reayanın yörükler arasına karışmasını engellemiştir. Fatih Kanunnamesi’nde Yörüklerin ağnam resmi yükümlüsü oldukları, bedensel ve askeri yükümlülükleri bulunduğu belirtilmiştir. Yörükler, Divan-ı Humayun’dan beratlı çeribaşılar tarafından yönetilirdi.
Bulundukları yerlerin kadılarının verdikleri cezaları da çeribaşılar uygulardı. Yörüklerin geçtikleri yerlerde ne kadar kalabilecekleri, hangi yolları kullanabilecekleri, yaylak ve kışlak alanları belirlenmişti.
Anadolu’daki Celali Ayaklanmaları, bu ayaklanmayı izleyen iç çalkantılar ve ekonomik bunalımlar Anadolu’daki Yörüklerin düzenin bozulmasına yol açtı. Buna karşın Yörükler eski yaşama biçimlerini belirli ölçüde korudular. Günümüzde Yörüklerin çoğu Toroslar’da, bazısı da batı Anadolu’da yaşamaktadır. Bunlar hayvancılığın yanı sıra halıcılık, kilimcilik, demircilik vb el sanatları ve tarımla uğraşırlar; çoğu Alevi’dir.
I.Bayezid (Yıldırım) ve II. Mehmed (Fatih) dönemlerinde Balkanlar’da iskan edilen Rumeli Yörükleri, İstanbul’un batısından Bulgaristan ve sırbistan’a, Tuna kıyılarına, Bender (Benderi) ve Akkerman’a (bugün
Belgorod-Dnestrovski, Ukrayna), kadar geniş bir bölgede askeri bir düzen içinde yaşıyorlardı. Fatih Kanunnamesi, bunların ayrı bir sınıf olarak örgütlendiğini, Rumeli’deki yaşam biçimleri ve askerlik yükümlülüklerini gösteren en eski belgeydi. Rumeli Yörükleri bağlı oldukları yerler göre adlandırılırlardı. Bunlar 30’ar kişilik ocaklar oluşturur, her ocaktaki beş kişi eşkinci (fiilen sefere giden), kalan 25 kişi yamak sayılırdı.
Sefer çıkınca yamak kalanlar, eşkincilere her sefer sırasında 50’şer kuruş bac verir (bu nedenle yamaklara “ellici” de denirdi.), buna karşılık avarız türü vergileri ödemezlerdi. Her bölgede bir Yörük beyi (mir-i
yörükan) vardı. Bunlar zeamat sahibiydi.Sefer çıkınca eşkincilerini alıp Rumeli beylerbeyinin bayrağı altında toplanırlardı. Yörük beylerinin dirlik dereceleri farklıydı. Rumeli Yörükleri, Rumeli Eyaleti içinde ayrı
bir sancak oluştururlardı.
Rumeli Yörüklerinin 17. yüzyıl sonlarına doğru bozulmaya başladı. Bunları evlad-ı fatihan (Rumeli fatihlerinin çocukları, Rumeli’ye sonradan yerleştirilenlere verilen ad, Konyar) yaparak disiplin altına alma girişimleri de uzun vadede olumlu bir sonuç vermedi. 1845 tarihli bir fermanla Yörüklerin askeri düzeni sona erdirildi. Günümüzde Balkanlar’daki Ograzden dağlarınının güney eteklerinde (Makedonya-Yunanistan-Bulgaristan
üçgeni) hayvancılıkla uğraşan Rumeli Yörükleri geleneklerini, dillerini ve ekonomik yapılarını korumaktadırlar.
Kaynak: Ana Britannica
Yörükler hayvancılıkla uğraşan göçebe Türkmenlerdir. En çok keçi, koyun, sığır ve deve beslerler ve bu hayvanlardan elde ettikleri mahsullerle geçimlerini temin ederler. Yörüklerin belirli bir sabit yerleşim yerleri
yoktur. Ancak hayvanlarına bol ot ve su bulabilmek için yaz aylarında serin yaylak adı verilen yerlere, kış aylarında ise iklimi daha ılıman kışlak adı verilen yerlere göç ederler. Bu göçler yörükler açısından ayrı bir anlam taşır, büyük bir sevinç ve neşe kaynağı olur, özel eğlenceler yapılır. Antalya yöresinde yaşayan yörükler Ekim ayı sonlarında serin, bol sulu ve otlu olan Toroslardaki yaylalara göç ederler. Yaylakların en
önemlileri Seydişehir, Beyşehir, Eğirdir, Korkuteli, Elmalı ve Beydağları gibi yüksek yaylalardır. Yörükler kıldan yapılmış çadırlarda otururlar.
Çadırlarının içini keçe, kilim, halı, heybe gibi kendi dokudukları eşyalar ile döşerler.
Antalya yöresinde yaşayan yörükler değişik sebeplerden dolayı Osmanlı İmparatorluğu zamanından beri yerleşik hayata geçirilmeye ve kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır. Ancak bunda tam başarı sağlanamamıştır.
Yörümek ”Yürümek” mastarından türetilen Yörük adı , köyler kurarak yerleşen veya yarı göçebe durumuna gelen Türkmenler için olduğu gibi, Göçebe Türkmenleri ve onların veya olduğunu ifade etmek için de kullanılmıştır. Oruç Bey tarihinde, yörükler için göçer yörükler, Oğuz tayfası deyimleri geçmektedir. Fatih ve Kanuni devri kanunnamelerinde de kelimesine rastlanmaktadır. Yörük sözünün göçebe Oğuz Türklerini ifade edişi, yalnız Anadolu ve Rumeli için söz konusudur. Öteki Türk ülkelerinde bu kelime bilinmemektedir. Nitekim Kaşkarlı Mahmut, Oğuz göçebelerine ”Türkmen” demektedir. Osmanlı belgelerinde , Halep ve Şam Türkmenlerine , Halep ve Şam Yörük1eri dendiği de bilinmektedir. Ayrıca Türkiye’ye gelen Bulgar, Türklerinden göçebe olanlarına da Yörük denmiştir. Toroslarda Akseki ile Hadim arasında, Türkçe konuşan ve Türk töresine sahip o1an kürt yörükl eri vardır .Selçuklular ve Osmanlı1ar Türk göçebelerini sistemli bir şeki1de toprağa yerleştirmeye çalışmışlardır.
Bunun için, tımar ve zeamet sisteminden yararlanmışlardır. Orhan Gazi ve Yıldırım Beyazıt devrinde, derbentlerin korunması ve ordunun güvenliği bakımından Rumeliye bir çok yörük yerleştirilmiş ve Kıbrıs’a da yörük gönderilmiştir. Anadolu ve Rumeli’deki Oğuz boy ve oymak adları ( Avşar, Bayat, Kayı, Kınık, Bayındır, Çepni, Karkın, Beydili, Yiva, Iğdır, Yüreğir, Dodurga, Yabırlı, Akaevli, Karaevli) bu yerleşmeleri göstermektedir. Bugün yerleşik hayata geçen yörükler gittikçe artmaktadır.
Yörükler kışlakları, yaylakları, güzleleri ve belirli gidiş yolları olan bir düzen içinde yaşarlar. Yörüklerde, yaylaklar oymakların malıdır. Herkesin hayvanı burada serbestçe otlar. Hayvanlar, kışlaklardaki ve yaylaklardaki evler ve çevrelerindeki küçük bahçeler kişi1erin malıdır .
Bu çadır ve bahçeye ”yurt yeri” denir. Hayvanların karışmasını önlemek amacıyla vurulan damgalardan ”töyün” olarak sözedilir. Bir başka işaret de hayvanın kulağının yanından çentilmesidir. Buna yörükler ”en” derler.
Yörüklerde eskiden mirasın, örfi hukuka göre paylaşıldığı anlaşılmaktadır. Koyun, keçi, sığır, deve, at besleyen yörükler, yaylak ve kışlaklarında buğday, arpa, mısır ve bazı sebzeler yetiştirirler. Süt mamülleri ve et esas gıdalarıdır. Giyim ve ev eşyalarını kendileri dokurlar. Bununla birlik kapalı bir ekonomi içinde değildirler. Köy ve kasabalardaki pazara iner, ürünlerini satarak kendi ihtiyaçlarını satın alırlar. Yaylaklara
gelen celeplere hayvanlarını satarlar. Bazı oymaklar, yayla yakınında mandıra kuran peynircilere süt satarlar. Yörükler, Osmanlılar devrinde de aynı şekilde yaşarlar ve develeriyle şehirler arasında yük taşırlardı. İstanbul gibi büyük şehirlere buğday v.b. tüketim maddelerini develeriyle yörükler getirirdi. Yörük kadınları evin bütün işleri, su getirme, odun bulma, hayvanları sağma;erkekler ise gece yaylıma çıkarılan koyunlar ve deve gütmekle uğraşmaktadır. Keçi besleyen yörükler keçe çadırı bırakarak, kıldan yapılmış kara çadıra geçmişlerdir. Köylere geçinceyse, mutaflığa, çulculuğa, halıcılığa devam
eden yörükler çoktur. Kubbe şeklindeki çadırın ağaç kısımlarını (derim) yapan oymaklara ”evciler” denir. Yörüklerde sınıf ve tabaka ayrımı belli değildir. Ancak eskiden yörükler arasında torunlar adı verilen soylular
olduğu söylenmektedir. Yörüklerde aile, erkek hakimiyetine dayanır. Esas evlilik şekli, tek evliliktir. Genellikle evlenen çocuklar babalarıyla birlikte yaşar ve bu yüzden büyük aileler meydana getirirler. Yörükler,
amca kızı, dayı kızı gibi yakın akrabayla da evlenirler.
Yaylak ve kışlaklarda bir soyun yaşadığı alana Oba denir. Bu terim zamanla kaybolmuş ve yerini mahalle kelimesi almıştır. Bir veya iki oba halkına oymak denir. Osmanlı devrinde oymakların başında birer Kethüda vardı ki, yörükler buna kahya derler. Bir kaç oymağın birleşmesinden meydana gelen topluluklara boy adı verilir ve başlarındaki beylere Beylerbeyi denir.
Daha büyüklerine ise yörük Başbuğu da denir. Bir kaç boyun birleşmesinden ulus meydana gelir. Osmanlılar devrinde, Boz Ulus ve Kara Ulus vardı.
Bunların başlarına Ulus beyi denirdi.
Yörükler genellikle sünni müslümanlardır. Alevi olanları da vardır.
Yörükler arı ve duru bir Türkçe konuşurlar. Zengin bir folklorları vardır.
Eski yörük göçleri baharda yapılırdı. Bütün eşyalar develere yüklenir, üzerlerine kilim atılır, develerin alnına süs olarak küçük ve büyük çanlar takılırdı. Kervanın başında en yeni elbiselerini giymiş, elinde kirmanı , yün eğiren gelin yer alırdı. Şimdilerde sadece “Sarıkeçililer” küçük bir bölük kalmıştır.
Çevrede ata binmiş genç erkekler silah atarak, at sürerek yaylak yollarını geçerdi. Göçten önce hazırlıklar yapılırdı. Oymak ve boy başkanları ne gün göçüleceğini bildirirdi. Konak yerlerinde, kışlak ve yaylaklarda herkesin yeri (Orun) eski Türk töresine göre olurdu.

Hüseyin Cömert’in “Kayseri’de İlk Nüfus Sayımı-1831” isimli eserinde yer alan soy lakaplarında Yörük-Türkmen oymaklarının adları nasıl yer bulmuştur, sorusuna cevap aradık. Acaba Oğuz boylarının adlarına, oymak isimlerine rastlamak mümkün olur muydu? Bu sorunun cevabını ararken hem de çok miktarda bu tür isimlerle karşılaştık.
            Mesela Erkilet’te Türkmen İsa Oğlu, Dündar Oğlu, Arslan Hacılı Oğlu, Yazırlı Oğlu, Tekeli Oğlu, Karagöz oğlu, Tatar Oğlu, Taşanlı Oğlu, Varsak Oğlu, Türkmen Oğlu, Aydınlı Oğlu, Türkmen Ali Oğlu, Toklu Oğlu, Melikgazi Oğlu vs… isimler doğrudan doğruya Oğuz kökenli isimlerdir.
            Erkilet Müslümanlarla gayrimüslimlerin karışık yaşadığı bir bölge idi. Gayrimüslim nüfusun bulunduğu bölgelerde özellikle 16. yüzyıldan sonra Müslüman ve Türk nüfusun bu bölgelere kaydırıldığını, en azından belirli mahallelerin kurdurulduğunu tahmin ediyorum. Mesela, 16. yüzyıl kayıtlarında Müslüman nüfusun bulunmadığı bölgelerden olan Tavlusun’da 1831 yılında görülüyor ki, artık Türkmen boyları vardır: Varsaklı Oğlu, Çavdar Oğlu, Turgut Oğlu, Kara Bölük Oğlu, Develi Oğlu, Karamanlı Oğlu, Türkmen Oğlu, Toklu Oğlu, Torun Oğlu gibi. Yine bir zamanlar gayrimüslim halkın çoğunlukta olduğu bölgelere bu çerçevede baktığımızda 1831 yılı itibariyle, Germir köyüne Bezircili oymağından bir yerleşim olmalı ki, Bezircili Oğlu sülalesi karşımıza çıkıyor. Gesi’de Tatar Oğlu, Kozan oğlu, Avşar Oğlu ve Toklu Oğlu aileleri dikkati çekiyor. Mancusun köyünde Avşar Oğlu, Avşar Mehmet Oğlu, Gömeçli Oğlu, Sarımsaklı oğlu; Dimitre’de Yörük Oğlu, Yağmurbeyli Oğlu, Ulu Bürüngüz’de Bozoklu Oğlu, Sarımsaklı Oğlu, Çatak Oğlu, Sinan Oğlu; Kiçi Bürüngüz’de Melik Gazi Oğlu; Kenise’de Yuvacı Oğlu, Orhan Oğlu, Küpeli Oğlu, Develi Oğlu, Taşanlı Oğlu; Tomarza’da Hun Oğlu, Yağmur Oğlu; Vekse’de Sarımsaklı Oğlu, Tatar Oğlu; İspile’de Türkmenzade, Demirci Oğlu; Mancusun’da Taşan Oğlu; Molu köyünde Bozok Oğlu, Kaplan Memiş oğlu gibi bu listeyi uzatmak mümkündür. Buradan çıkan sonuç şudur ki, 1831 yılı itibariyle Kayseri’de Yörük-Türkmen nüfusun yerleşmediği gayrimüslim köyü kalmamıştır.

            Yine soy lakapları arasında Yuvalı köyü ile Yemliha köyünde Karaca Kürt adını taşıyan soy lakapları vardır. Bu Türkmen ailelerin adları bizlere Bozulus Türkmenlerine mensup ailelerin buraya yerleştiğini gösteriyor. En çok karşımıza çıkan isim “Türkmen Oğlu” olurken, yine bu bölgede en fazla Avşar boyuna ait soy lakaplarına rastlanılmaktadır. Gesi’de Avşar Oğlu; Mancusun’da Avşar Oğlu, Avşar Mehmet Oğlu; Gergeme’de Avşar Oğlu; Cebirli’de Avşar Muslu Oğlu gibi. Bunun dışında Veziroğlu (Obruk), Toklu Oğlu (Gesi), Torun Oğlu (Tavlusun), Taflı Oğlu gibi isimler de yine Avşar Türkmenlerinin oymak adarlı ile ilgilidir. Erkilet’te Yazır, Tavlusun’da Varsak, Cırlavuk’ta Kayı, Gesi’de Avşar, Mancusun’da Avşar (iki tane), Kenise’de Yuvalı, Ebiç’te Karkın, Tomarza’da Hun, Cebirli’de Avşar, Yuvalı’da Yuvalı adını taşıyan aileler yine doğrudan doğruya Oğuz boylarından  ve Türk Tarihi kalıntılarından önemli isimler taşımaktadırlar.
            KAYSERİ ŞEHİR MERKEZİNDE LAKAPLAR
            Murat Ustaoğlu, “Kayseri’de Lakaplar Üzerine” isimli incelemesinde (Erciyes Dergisi, Ocak-1986) “Mensup oldukları boydan, doğdukları merkezden veya oturdukları mahalden gelen lakaplar” diye bir bölümde bir kısım soy lakaplarına yer vermiştir. Bu soy lakapları arasında Ardıçlılar (Ardıç oymağından), Avşarın Mehmet Ağalar (Avşar boyundan), Kızıklılar (Kızık boyundan), Boyacılılar (Boyacılı Türkmen oymağından), Kuşçulular (Kuşçu oymağından), Salırlılar (Salur boyundan) Bezircililer (Bezirci oymağından), Tekelioğulları (Teke oymağından), Sarmatlar (Türk topluluklarından olan Sarmat’tan),  Türk Oğulları (buna diyecek bir şey yok) gibi isimler  vardır. Ayrıca Alaçıklar isimli soy lakabının Divan-ı Lugati-t-Türk’te geçen “çalı çırpıdan yapılmış, muntazam olmayan kulübe” anlamında kullanılan Alaçık kelimesi olduğunu anlıyoruz. Bu kelime Kayseri yöresinde oldukça yaygın bir şekilde kullanılıyor ve “alaçık, aleçik, alevcik, alençik” gibi çeşitlemeleri de bulunuyor.  Bu da hali hazırda dahi Kayseri yöresinde Yörük-Türkmen kültürünün ne kadar sıcak olduğunu, unutulmadığını göstermektedir.
            HACILAR VE BÜNYAN’DA LAKAPLAR
            Örnek olarak seçtiğimiz iki ilçede (Hacılar ve Bünyan) lakapları incelediğimizde sanki Türk Kültür Tarihinin bu zamana kadar uzanabilen izlerini hayretle müşahede etmekteyiz. Mesela Hacılar ilçesindeki lakaplara baktığımız Mustafa Özdemir’in “Hacılar” isimli kitabında (Kayseri, 1984) şu soy lakapları hala kullanılmakta imiş: Atamanlar, Avan Oğulları, Avcıoğluları, Baktırlar, Balaklar, Bulduklar, Coruklar, Çavdarlar, Çakıcılar, Çıtaklar, Çiçibaşlar, Çötmenler, Eseler, Karavlar, Kamalılar, Karacalar, Kılıçlar, Könekler, Naymanlar, Özbekler, Sakalar, Tonuklar, Totmanlar, Hotalı Oğlu, Karakoca Oğlu (Karakocalı aşiretinden olsa gerek). Bünyan ilçesinde ise şu lakaplar oldukça dikkat çekiyor: (S.Burhanettin Akbaş, Bünyan ve Yöresi Halk Edebiyatı, Folklor ve Etnografyası, Kayseri, 1994 kitabından alınmıştır.) Horasanlıoğlu, İmirzeler, Curalar, Börkler, Veziroğluları, Tecirler, Tülekler, Artukoğulları, Kamanlar, Karamanlıoğlu, Avanoğlu, Avşaroğlu, Avşarmantıoğlu, Çeplioğlu, Karalar, Türkmenoğlu…
S.Burhanettin AKBAŞ
          21 Mart Nevruz Bayramı, Türk Dünyası ve Akraba Toplulukları dâhil Kuzey yarım kürede yaşayan halkların geleneksel olarak kutladığı, yeni yıl, baharın ilk günü olan doğanın, toprağın dirilişinin adıdır.
        Türk kültürüne hizmet etmek ve yaşatmak amacıyla kurulmuş olan Yörtürk Vakfımızda; Yörük ve Türkmenler yurdunun dağını taşını, kurdunu kuşunu severde hiç insanını ayrı tutar mı? Diyen Yunusça insanlığa kucak açan anlayışımızla bu bayramda, Kayseri’mizde Türk Cumhuriyetleri ve Akraba topluluklarından 29 Ülkeden gelen Erciyes Üniversitesindeki öğrenci kardeşlerimizle birlikte olacağız. Şehrimizde Talas Milli Eğitim Müdürlüğünün ve Türk Ocağının yapacağı Nevruz kutlamalarına katılarak tüm halkımızla birlikte Nevruz Bayramını kutlayacağız.

         Nevruz; Türklerin demir dağları eritip, Ergenekon’dan çıkışının kutlandığı gündür. Nevruz, Orta Asya’dan Anadolu’ya, Balkanlara, Avrupa’ya taşıyarak büyük medeniyetler kurmuş olan Türklerin öz bayramıdır. Bugün dünyanın neresinde Türk varsa orada Nevruz Bayramı kutlanır. Ateşler yakılır temizlenmek için, demirler dövülür işlenmek için, oyunlar oynanır yarışmak için kardeşçe bir arada.
Nevruz, Anadolu’muzda da geleneksel olarak kutlanıp gelmiştir. Ülkemizde, 21 Mart 1991 yılında Nevruz Bayramı olarak kabul edilmiştir. Bugün Anadolu’muzda yöresel olarak 21 Mart’a,  Mart dokuzu, Kardelen ayı, Nevruz ayı diye bilinir.
Bayramlar birliğin, beraberliğin ve sevginin çoğaldığı günlerdir. Tüm insanlığın ortak sevincidir bayramlar. Nevruz, paylaşmanın, dayanışmanın adıdır. Nevruz Gece ve gündüzün eşit olduğu gündür.  
Kayseri’li hemşerilerimizi şehrimizde yapılacak olan Nevruz kutlamalarına davet ediyoruz. Birliğin, beraberliğin ve barışın sembolü olan bu Nevruz Bayramında yine bir araya gelmek istiyoruz.  Huzur ve barışı üstün kılarak geçmişten gelen kültür değerlerimizi hep birlikte yaşatarak sahip çıkmalıyız. Nevruz Bayramınızı kutlar, saygılarımızı sunarız.
                                                                               20.Mart.2010
                                               YÖRTÜRK VAKFI KAYSERİ ŞUBE BAŞKANI
                                                                           Ali AYDIN

Nevruz, On İki Hayvanlı Türk Takvimine göre yeni yılın ilk günüdür ve bütün Türk Dünyasında “Nezruz, navrız, navrez, nevres, ergenekon, çağan, bozkurt” gibi adlarla bayram olarak kutlanmaktadır. 21 Mart tarihinde Doğu Türkistan’dan Makedonya’ya kadar bütün Türk illerinde nevruz kutlamaları başlar. Nevruz, Türklerin Ergenekondan çıkışını anlatan “yeniden doğuş” bayramıdır. Farsça “nev:yeni” ve “ruz:gün” kelimelerinden gelmektedir ve bahar mevsiminin başlangıcı olan 21 Mart günü “bahar bayramı” olarak da kabul edilmekte ve kutlanmaktadır. Türkiye’de bizimle aynı kandan gelen Kürt kardeşlerimizin Nevruz kutlamaları daha önceki yıllarda PKK terör örgütü tarafından sabote edilmiştir ve örgüt nevruzu kendi gayeleri için kullanmaya çalışmıştır. Lakin, Türk insanın sağduyusu yine olaylara hakim olmuş, nevruz bayramının bütün Türk dünyasının bayramı olduğu, Türk dünyasındaki yakınlaşma sonucu anlaşılmış, güvenlik kuvvetlerimiz nevruz kutlamalarına her zaman sıcak bakmışlardır. Askerlerimiz ve polislerimiz de yöre insanları ile birlikte halaya durmuşlar, kazanlarda pişirilen bulgur pilavı hep beraber yenmiştir. Nevruz Bayramı, barış ve kardeşlik günüdür. Bizim bayram günlerinde neler yaptığımızı herkes bilir. Nevruz bayramında da aynı şeyler yaşanacaktır.
KAYSERİ’DE NEVRUZ NASIL KUTLANIRDI?


1993 yılında Erciyes Üniversitesi’nde düzenlenen “Nevruz Paneli” ne katılmıştım. Konum, Kayseri yöresinde Nevruz Bayramının nasıl kutlandığı, nevruz bayramında yerine getirdiğimiz bir kısım gelenek ve göreneklerin hatırlatıldığı bir çalışma idi. Şimdi, bu çalışmadan bir kısım ayrıntıları sizinle paylaşmak istiyorum.
KAYSERİ’DE NEVRUZA “NAVRIZ” DERLER
Nevruz ismi Kayseri yöresinde “navrız” olarak söylenmektedir. Navrız, baharın gelişini temsil eden bir gündür ve bu gün yaşanan mutluluğun bir göstergesi olarak çeşitli eğlenceler ve kutlamalar yapılır.
Navrız, baharı müjdeleyen bir çiçektir aynı zamanda. Çocuklar bu çiçeği dağlardan, kırlardan toplayıp bir deste halinde evlerine getirirler. Bazı köylerimizde, navrız çiçeğini toplayıp ailelerine getiren çocuklar, “müjdeli bir haber” getirmiş kabul edilir ve aile büyükleri tarafından para, şeker veya kavurga verilerek ödüllendirilirler.
KAYSERİ’NİN MEŞHUR TÜRKÜLERİNDEN BİRİ
“NAVRIZ GELİN” TÜRKÜSÜDÜR

Nevruz adı, Kayseri’de kişi adı olarak da kullanılır. Nevruz, hem erkeklere hem de kadınlara verilen bir ismdir. Kayseri’nin meşhur türkülerinden biri de “Navrız” adını taşıyan bir geline yakılmış olan türküdür.
Navrız Gelin
Şu dağları aşmalı
Çifte camız koşmalı
Yar askere gidiyor (Navrız Gelin yörü)
Kiminen konuşmalı (öldürüyon beni)

Şu dağların karı var
Hep ellerin yari var
Sen ağlama sevdiğim (Navrız Gelin yörü)
Ben ağlasam yeri var (Öldürüyon beni)

Mart ayı Kayseri’de yarısı kış, yarısı bahar olarak kabul edilen bir aydır. Kayseri halk takvimini gösteren atasözlerimiz bunu ifade eden örnellerle doludur. Mart ayında tavuklar daha çok yumurtlar, bu ay kuzuların doğum ayıdır. Kuzunun doğumu ile ilgili bir kısım âdetleri yarın anlatacağım. Bugünlük mart ayı ile ilgili Kayseri’de söylenen şu atasözlerini sunuyorum.
**Mardın karı tavadaki yağa benzer.
**Mardın yarısı ağlar, yarısı güler.
**Gücüğün(şubatın) arpası, mardın golpesi (körpesi, yani kuzusu)
**Mart martlanır, tavuğu yumurtlanır.
**Martta sıçan siğmese (yani yağmur yağmasa), nisan da yağsa dinmese, mayıs da ekinim var diye övünse.
**Mart kapıdan baktırır, kazmayı küreği yaktırır.
**Mart ayının yarısı kış, yarısı yaz.

Mart ayının yarısı kış, yarısı bahar inancından hareketle genelde bu ayın son yarısında kırlara çıkılır. Karların altında yetişen bir cins yaban soğanı toplanır. <> adı verilen bu soğana oldukça kıymet verilir ve bir kısmı oradaki kır sofralarında yenir, bir kısmı da evlere getirilirdi.
Kayseri ve yöresinde baharın gelişiyle birlikte bir kısım oyunlar oynanırdı. Bunlar arasında at yarıştırma, cirit, öküz tokuşturma, deve oyunu, çeşitli güreş müsabakaları ve sinsin oyunu sayılabilir.
MART AYI, DÖL AYI
Şubat ayının onunda kuzular, ana karnında yüzüncü gününü doldurur. Kuzunun ana karnında yüzüncü günü doldurması sevinçle karşılanır, çünkü kuzuların artık büyük tehlikeleri geride bıraktıklarına inanılır. Bu seviçle “yüz ketesi” pişirilir. Yapılan keteler, çobanlara ve konu komşuya dağıtılırdı.
Mart ayı döl ayı olarak bilinir. Kuzular mart ayının sonlarına doğru doğarlar. Bu da ayrı bir sevinç yaratır ve eğlencelere vesile olur.
KÖSE OYUNU
Mahallenin çobanı, gençleri başına toplar. İçlerinden biri köse olur. Köseya pala bıyık takılır, sakal bağlanır, başına bir terlik konur, arkasında abası vardır. Beline beş on adet dangırdak (Çıngırak) bağlanır. Gençlerden birisi gelin kılığına büründürülür. Gelin kılığına girecek gence entari giydirilir, başına bir çar verilir.
Gencin bir tanesi omuzuna bir heybe ve eline bir çilingir alır. On onbeş kişilik grup yanlarında köse ve gelin olduğu halde akşam vakti, kendi mahallelerinde ev ev gezerler. Bir eve geldiklerinde kapıda çıngıraklar çalınır, kapı vurulur, ev sahibi kapıyı açar. Köse evin ortasına sırtüstü yatar, gelin başlar ağlamaya:
Kösemin de gözü humar
Birin açar birini yumar
Ablasından harçlık umar
(Ağasından harçlık umar)
Kalk gidelim köseciğim
Bu ağıttan sonra evin erkeği kösenin ağzına para atar ve köse kalkar. Eğer evin erkeği yoksa o evin kadını, kösenin ağzına bal veya yağ kor. Bazan şaka olsun diye Kösenin ağzına kül veya kömür atarlar. Ayrıca heybeyi taşıyan şahsa bulgur ve yağ verilir.
Böylece mahalledeki evler tek tek gezilir. Fakir ve küçük çocuklu eve uğramazlar. Sonunda toplanan bulgurlardan ya bir bulgur pilavı pişirilir ya da bulgur satıp tatlı birşeyler alıp yerler. Toplu halde gezerken de şöyle bağırırlar:
Çobanın ayı yetti
Kuzunun tüyü bitti

Kaynaklar: Prof.Dr.Ahmet UĞUR, Akkışla, Ankara, 1980
S.Burhanettin AKBAŞ, Bünyan Yöresi Halk Edebiyatı, Folklor ve Etnografyası, Kayseri, 1994.

Koskoca bir coğrafyanın çok eski bir bayramı… Adı Nevruz… Sümerlerden İranlılara ve Türklere kadar uzanan tarihi bir seyirde coşkuyla kutlanan bir bahar bayramı… Kimilerine göre İran hükümdarı Cemşid’in Azerbaycan’a geldiği gün, kimilerine göre Cemşid’in ateşi bulduğu gün, kimilerine göre Türklerin Ergenekon’dan çıkış günü. Bektaşilere göre Hz.Ali’nin doğum günü ya da Hz. Ali’nin Hz.Fatma ile evlendiği gün. Şiirlere göre Nevruz, Hz.Ali’nin halife olarak ilan edildiği gün. Bizim Tahtacı Türkmenlerinden Naldökenlerde ölülerin anıldığı, yedirilip içirildiği, anıldığı gün… Nevruz, hemen hemen bütün coğrafyalarda bolluğu bereketi temsil eden ve aynı zamanlarda güzel dileklerin dilendiği bir gün.
Bizim coğrafyamızda ve yakın coğrafyada Nevruz-ı Sultani, Sultan Nevruz, Sultan Navrız, Ergenekon, Bozkurt, Çağan, Yeni Gün gibi isimlerle anılan Nevruz, ilginç adetleri ile kır gezintileri ve dilek kapısını açmasıyla önemli bir gün. Türkmenistan’da dört günlük, Azerbaycan’da üç günlük, Özbekistan ve Kazakistan’da bir haftaya yakın kutlanan, hazırlıkları da bir o kadar süren büyük bir bayramın adı.

Bizim Alevi Bektaşi inancına sahip Türkmenlerimiz Nevruz’u “su dolu ana” diyerek anmışlar ve güzel bir kıza benzeterek onu kişileştirmişlerdir. Rivayete göre, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, “Su dolu ana”yı Kırşehir’den Balkanlara göndermiş ve “su dolu ana” her yıl Nevruz’da güneş doğarken sudan çıkmakta ve parmaklarıyla saçlarını taramaktadır. Bu tablonun güzelliğine bakın, ne güzel bir inanış böyle…

Bir başka inanış ise bizim Ergenekon destanımıza dayanıyor ve Türk Kağanını ve Türk beylerini yanan ateşin başında örsün üzerindeki demiri döverken görüyoruz. Ebulgazi Bahadır Han’ın rivayetine göre, Kıyan ve Tokuz ailelerinin Ergenekon’da yeniden diriltiği Göktürkler, artık Ergenekon’da kalamayacaklar ve bir demircinin dağı eritmesiyle yeniden atalarının yurtlarına döneceklerdir. Börteçine Kağan’ın yaptığı gibi, Türk kağanları ve beyleri de bu olayı unutmayacaklar ve bir parça demiri, kaldırıp kıskaçla tutup örse koyacaklar ve çekiçle döveceklerdir. Bu gün Türklerin yeni günüdür ve 21 Mart Türklerin Ergenekon’dan çıkış günüdür.

Nevruz biz de çiğdemle birlikte baharı müjdeleyen bir çiçektir. Kayseri’nin o meşhur, Navrız Gelin türküsündeki gelin de adını bu çiçekten almıştır.

Mart ayı, hayvancılıkta geçimini sağlayan Türkmenlerde kuzu ayıdır. Koyunlar bu ayda kuzularlar. Mevsim Koç burcuna değdiğinde Kutadgu Bilig’deki ifadeye göre, “Kuzu yazı yıldız basa ud gelir.” Çünkü bu oğlak ayıdır, kuzu ayıdır, döl dökümüdür.

Anadolu bozkırında nevruz, mart dokuzu olur. Artık mardın kışından korkulmaz, dağ yeri tandır yerine çevrilir. Mart martlanır, tavuğu yumurtlanır. O yüzden Türkmenler mart dokuzu sayarlar, dağlarda burç sayarlar.

Radloff, Türk dünyasındaki nevruzu dört gün süren bir bayram olarak ifade ediyor. Öyle bir gün ki eğlenceleri dillere destan, kimisi kurban keser, at yarıştırır, kimisi evini temizler, yemekler yapar, kimisi Kur’an-ı Kerim okurken kimisi Ergenekon destanını okur. Ata yurdumuz Doğu Türkistan’daki Uygurların dediği gibi bugün:

Ağaçlar yeşerdi

Kuzular doğdu

Çiçekler açtı

Hazır yaz kıldı

Bugün bizim bayram günü

Azerbaycan Türkleri nevruza “noyruz, noruz” diyorlar. Bu büyük bayramın habercisi leylekler de “19’a gelmez, 18’e kalmaz” mantığı ile bu içinde geliyor. Üç gün “tongal” denen nevruz ateşi Azerbaycan’da hiç sönmüyor.

Men sözümü söylerem

Yar sevip toy eylerem

Novruzda çiçek açar

Mayısta gül eylerem

Diyorlar.

Nevruzda “torba gezdirme” işini büyük bir keyifle yerine getiren sadece çocuklar olmasa gerek. Azerbaycan’da her ne kadar “uşak bayramları günü”nden bahsedilse de şeker, tatlı, düyü (bulgur), yumurta toplayan sadece çocuklar mıdır? Azerbaycan’da “Koskosa” denilen üzeri postlarla ve çıngırakla süslü bizim Akkışla yöremizdeki “Köse”den başka bir şey değildir. “Ablasından” ya da “ağasından” harçlık uman köse, kapı kapı dolaşıp türlü şaklabanlıklarla oyunlar icat etmiş ve toplayacağını fazlasıyla toplamıştır. Sonunda zengini ile fakiri ile herkesin buluştuğu bir kır sofrasında buluşma gerçekleşir.

-Kosa, haradan gelirsen?

-Derbend’den.

-Ne getirmişsen?

-Alma.

-Almanı neyledin?

-Sattım.

-Pulunu neyledin?

-Öküz aldım.

-Öküzü neyledin?

-Vurdum öldürdüm.

Ne farkı var, Azerbaycan’la Akkışlamızın. Oyunlar, adetler, töre hep aynıdır. Karapapaklar

“Navrez keldi görünüz

Görümlüğün veriniz

Cennet bolsun geriniz

A za navrezim mübarek”

Diye maniler söylerken aynı kutlu geleneğin farklı coğrafya nasıl bir ortak kültür oluşturduğunu göstermiyor mu?

Balkanlara çıkıyorsunuz, nevruzda karşınıza martaval çıkıyor. Mart falı yani… Nevruzda niyet oyunu iyiden iyiye ciddileşiyor. Kızlar testi ile suyu getiriyorlar ve çömleğe suyu döküp içine herkes nişanlarını atıyor. Yüzüğünü, küpesini atanların yanı sıra türlü çiçekleri atanlar da oluyor. Çömlek nevruz arifesinde üstü örtülerek kapatılıyor ve gül ağacının dibine konuyor. Üzerinde de bir kilit… Güya kilitlendi niyetler. Sonra Nevruz günü kızlar tekrar geliyor gül ağacının dibinden çömleği alıyorlar. Kilit açılıyor ve 5-6 yaşlarında bir erkek çocuk kızlara dileklerini dağıtıyor.

Martavalım fal olsun

Dolu koynum mal olsun

Kime düşerse bu fal

Devletinen bahtiyar

Ey bahtıvar bahtıvar

Bahtıvarın vahtı var

Biz kızla bir oğlanın

Sarılmaya ahtı var

Türkmenler “mardın dokuzundan sonra dağlar misafir alır” deyip yaylalara doğru çıkadursunlar, Alevi Bektaşi Türkmenler ise Nevruz’da cem yapıp “nevruz semahı”na duruyorlar. Semahta nefesler okunuyor, Hz.Ali’nin mevlidi için.

Ali’nin doğduğu dündür

Bugün, dünden üstündür

Hemen sâki kadeh döndür

Bugün Nevruz-ı Sultandır

21 martta yine genç kız motifi ile karşımıza çıkan Sultan Nevruz, dilekleri kabul etmekle meşgul olacaktır. 21 martı 22 marta bağlayan gece Sultan Nevruz, belli olmayan bir saatte gökte, ayaklarındaki halhalları cıngıldatarak, önünde gergefini işleyerek batıdan doğuya doğru göç edecek. İsterse “kuş donuna” 8kuş görünümüne girip) öyle geçecek. Eğer Sultan Nevruz’un geçtiği saatte uyanık olan varsa bütün dilekleri kabul olacak.

İnanış böyle diyor. İster inanın ister inanmayın, gerisi size kalmıştır.

“Nevbahar olsa da ersem yine zevk-i emele

Severim gitmeyi Nevruz’da göğsü güzele”

Diyarbakırlı Ali Emiri, nevruzda bir güzelin peşine giderken Tunceli de insanlar “kurt ağzı” bağlamaktadırlar. Gül dalına çaput bağlayan insanlar:

-Ey ulu rehber, bugünün yüzü suyu hürmetine sürülerimize dokunma,

Diye dilekte bulunurken nevruza bir başka işlevi de yüklemiş oluyor. Nevruz’un doğaya hükmettiği, hatta sürülerine saldıran kurtlara da hükmettiğini düşünen insanlar, kurda da “ey ulu rehber” diyerek onun yol gösterici vasfını sanki Türk mitolojisinden çıkarıp yeniden diriltiyor.

Nevruzda gökbörü oynamak, at yarıştırmak, kılıç sallamaktan, cirit oynamaktan, güreşten, sinsinden bahsedebiliriz. Daha birçok oyun var muhakkak. Halaylarımız, deve oyunumuz, niyet oyunlarımız dizi dizi.

Şiirimiz , edebiyatımız, türkülerimiz, şarkılarımız nevruzla dolmuş hep. Kasidenin bahar tasviri yapılan bölümüne bazen nevruziye demişiz. Baki’den Nef’i’ye, Nev’i’ye, Nedim’e kadar şiirlerimiz var. Halk şiirinde nevruzu yüzlerce şair anlatıyor. Pir Sultan Abdal’dan Şükrü Baba’ya, Hüsnü Baba’ya kadar…

Pir Sultan’ım eydür erenler cemde

Akar çeşmim yaşı her dem bu demde

Muhabbet ateşi yanar sinemde

Himmeti erince sultan Nevruzun

S.Burhanettin AKBAŞ