Latest Entries »

Tuğgeneral Ali AYDIN
Yörtürk Vakfı Genel Merkezi ve başkanı Mustafa Tombuloğlu ile Kayseri Şubesi Yönetim Kurulu, Yörük Ali Paşa’nın (Tuğgeneral Ali AYDIN) mağduriyetinin giderilmesi ve tutukluluğunun bir an önce sonlandırılması için aşağıdaki metni kamuoyu ile paylaşmayı gerekli görmüştür.
Yörük Ali Paşa, 2007-2009 yılları arasında Kayseri Jandarma Bölge Komutanlığı yapmıştır. Bu görev süresi içerisinde, daha önce olduğu gibi, her kesimi kucaklayıp halkın gururu ve halkın paşası olmuştur. Hayatını yüce Türk Milletine adayan Yörük Ali Paşa, Balyoz davasından tutuklanmıştır. Bu haksız tutuklamayı Yörtürk Vakfı ve üyelerimiz üzüntüyle karşılamışlardır.
Torosların Yörük çadırında doğan, Türkiye’nin en ulvi kurumu olan Türk Silahlı Kuvvetlerinde paşalığa kadar yükselen Tuğgeneral Ali AYDIN, bütün hayatını çok sevdiği kurumuna, devletine ve milletine adamıştır. Bu çizgisinden de hiç sapmamıştır.
Ali Paşamız 12 Eylül 1980 darbesinde de gözaltına alınıp 35 gün işkencede sorgulanmıştır. On iki Eylül mağduru olan Yörük Ali Paşa, her ne hikmetse, 28 Şubat sürecinde de inançlarından dolayı sorgulanmıştır.
Darbelerin mağduru olan Yörük Ali Paşa, hukukun ve milli iradenin üstünlüğüne yürekten inanmaktadır. Yüce Türk Milletine ve devletine yürekten bağlı bir paşamızdır. Hizmet ettiği her alanda bu yansıma görülebilir. Yörük Ali Paşa’nın bu isnat edilen suçlamalarla ilgisinin olmadığına yürekten inanmaktayız. Bütün kalbimizle Yörük Ali Paşa’nın yanındayız.
               Hukukun üstünlüğüne inancımızı koruyoruz. Yargılamanın bir an önce tamamlanarak haksız mağduriyetlerinin bir an önce giderilmesini ümit ediyor ve bekliyoruz.
Kamuoyuna saygıyla sunarız.                                                                                                                                                                              
                                                                             26.02.2011    
                  Yörtürk Vakfı Kayseri Şubesi Yönetimi 

Yörük Türkmen Vakfı (YÖRTÜRK) Kayseri Şubesi’nin Muharrem ayı dolayısıyla düzenlediği etkinlikte, Hacı Bektaş-ı Veli Kültürü Derneği dedesi ile cami imamı birlik mesajları verdi.

YÖRTÜRK’ün aşure ikramında bulunduğu etkinlikte, Hacı Bektaş-ı Veli Kültürünü Yaşatma Derneği Kayseri Şubesi, Türk Ocağı ve Seyyid Burhaneddin Derneği yetkilileri bir araya geldi. YÖRTÜRK Vakfı Kayseri Şube Başkanı Ali Aydın yaptığı konuşmada, Muharrem ayının önemine değinerek, tüm dünyada kargaşanın olduğu bir dönemde birlik ve beraberlik mesajı verdiklerini vurguladı.



Aydın, “İçinde bulunduğumuz Muharrem ayı dolayısıyla tüm halklar gibi bizde bu ay içerisinde aşure ikramı yapıyoruz. Muharrem ayı İslam inancına göre önemli günlerden biridir. YÖRTÜRK olarak Hacı Bektaş-ı Veli Kültür Derneği, Türk Ocağı Kayseri Şubesi ve Seyyid Burhaneddin Derneği yetkililerine ikramlarda bulunuyoruz. Bu bizim için gurur verici bir tablodur” dedi.


Hacı Bektaş-ı Veli Kültürünü Yaşatma Derneği dedesi olan Hasan Müldür ve Caferbey Mahallesi imamı Ali Doğan’ın okuduğu duaların ardından davetlilere aşure ikramı yapıldı.


Müldür ve Doğan, birlik mesajları da verdi. Programda konuşan Alevi Dedesi Hasan Müldür, geçmişten bugüne örnekler vererek yaşadıkları sıkıntıları anlattı. Müldür, “Bu güne kadar 1972 yılından beri bizler sokaklarda Aleviyiz diyemiyoruz. Bu memleketin temel taşlarıyız, Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne inanan insanlar olarak bu memlekette biz de varız diyoruz” diye konuştu.

1.Kuruluş sırasında aşiretlerin rolü neydi?
Osmanlı İmparatorluğunun kurucu unsuru, Oğuzların Kayı Boyu’na mensup Karakeçili Türkmenleri idi. İmparatorluğun kurucusu Osman Gazi de bir boy beyi idi.
Moğolların önünden kaçarak önce Orta Anadolu’ya, daha sonra da Batı Anadolu’ya göç eden Kayılar, yolculukları esnasında dağılmışlar ve bu boyun küçük bir parçası Marmara bölgesine gelip Söğüt’e yerleşmişti.
Beyliğin ilk askeri kuvvetleri aşiretlerden oluşuyordu. Daha sonra beylik büyüdükçe, savaş zamanlarında bir araya gelen aşiret kuvvetleri ihtiyaca cevap vermemeye başladı.
Orhan Gazi devrinde Türk köylülerden vergi muafiyeti karşılığında “yaya” ve “müsellem” adı altında daimi birlikler oluşturuldu.
Osmanlıların sürekli fütuhatla büyümesi, yaya ve müsellem birliklerinin de yetersiz kalmalarına yol açtı.
Bunun üzerine I. Murad devrinden itibaren esir alınan Hıristiyanlardan Kapıkulu askeri yetiştirilmeye başlandı. Merkezi ordunun kurulmasıyla birlikte, aşiretler yavaş yavaş Osmanlı ordusunda görev yapmamaya başladılar.
Ancak Osmanlı yönetimi, aşiretleri, fethedilen yerlere iskân ederek, o bölgelerin Türkleşmesinde kullanmaya başladı.
2.Osmanlı, Türk aşiretlerini hor gördü mü?

Osmanlı İmparatorluğu, hâkimiyeti altına aldığı toplulukların iktisadi faaliyetlerinin deva mından yana bir siyaset izlediğinden, Türkmenlerin de ha yat tarzlarına müdahale etmemişti.
Osmanlı yönetimi, aşiretleri imparatorluk ekonomisinin parçalarından birisi olarak görmüş ve Türkmenleri aşiretlerine göre sayımlarını yaparak bunlara “sancak” veya “kaza” statüsü vermişti. Özellikle aşiretlerin yetiştirdiği hayvanlara ve üret tikleri mallara im paratorlukta ihti yaç duyulduğu için, Türkmenlerin aşi ret hayatına devam etmeleri, devlet yönetiminin işine geli­yordu.

Divan-ı Hümayun, aşiretlerin adli veya hukuki meselelerinin yerinde çözül mesine yönelik kanun ve emirler çıkarmıştı. Tufan Gündüz’e göre böylece belli bir idari yapılanmaya sahip, yaylak-kışlak mahalleri önce den tayin edilmiş ve topluca yaptıkları göç hareketleri ta kip edilebilen kalabalık Türkmen teşekkülleri ortaya çıkmıştı.

Osmanlı yönetimi, rahat vergi toplamak ve aşiretlerin yaylak-kışlak güzergâhı ara sındaki yerleşik halkın rahat sız edilmemesini sağlamak için konar-göçerleri bir arada tutmaya gayret gösterirdi.

Tufan Gündüz’e göre, devlet, nüfusu artan bir aşiretin bölünerek yeni bir cemaat meydana getirme sine de karışmazdı. Yeni bölünen bir cemaat nüfus du rumuna göre “mahalle” veya “oymak” adıyla anılırdı.

Bunlar başlangıçta ayrıl dıkları aşiretin bir parçası ola rak kaydedilirler, eski kethü dalarının idaresinde kalırlar ve daha önce birlikte konup  göçtükleri aşiret ile konup  göçmeye devam ederlerdi. Eğer, nüfus olarak temsil edi lecek güce ulaşırlarsa kendi iç lerinden seçtikleri bir kethüda tarafından idare olunurlar, genellikle o kethüdanın adını alırlar ve “cemaat” olarak anılırlardı.

Osmanlı İmparatorluğu, konar-göçer toplulukları hiç bir zaman kendine rakip olarak görmemiş, onlara impara torluk tebaasının bir bölümü ve ekonominin bir parçası olarak bakmış ve asayişi boz madıkları sürece, üzerlerine girmemişti.

Nitekim aşiretler de Celali isyanlarının en yoğun olduğu devrilerde bile, nadir olarak eşkıyalık faaliyetlerine karış mışlardı.

İktisadi açıdan köylüler ve şehirlilerin yanında, Türk menler üçüncü bir gücü oluşturmaktaydı. Osmanlı yöneti minin Türkmenlere yönelik özel bir siyaseti yoktu; temel de iktisadi faaliyetin devamı na ve asayişe bakılıyordu. Devlet, tebaasından hiçbir grubu diğerinden da ha üstün ya da daha aşağı seviyede gör memiştir.

Paul Wittek’e gö re, aşiretler, Osmanlı cemiyetine girerek, bu toplumda Türk unsurunu devamlı olarak kuv vetlendirip, yenilemişlerdir.

 
3.Türkmenler devlete nasıl bakıyorlardı?
Safevi Devleti’nin kurul duğu 15. Yüzyıl’ın sonu ve 16. Yüzyıl’ın başla rında, bazı aşiretler İran’a göç ederken bu aşiretlerin bazı grupları Anadolu’da kalmıştı. Yoğun Safevi siyasetinin tesi riyle bazı Türkmenler, Os manlı yönetimine karşı tavır aldılar. Ancak bu durum Anadolu’daki Türkmenlerin tamamında değil, Orta ve Gü ney Anadolu’daki bazı aşiret ler için söz konusuydu.

Nitekim devletin aldığı tedbirler sonucunda, 16. Yüz yıl’ın sonlarından itibaren bu bölgelerdeki aşiretler de devlet yönetimine boyun eğdiler. Ki mi iddiaların tersine, Türk menler devlete karşı çoğu za man uzlaşmacı bir yol takip ettiler.

Aşiretler, iktisadi hayatla rının güvence altına alınması için, zaman zaman vergi ver meyeceklerini ve dağılacakla rını söyleyerek devlet yöneti mini tehdit etmişler ve devlet de vergi kaybına uğramamak için gerekli düzenlemeleri yapmıştı.

4.Aşiretler hangi bölgelerde yaşıyorlardı?
Aşiretlerin bü yük bölümü Anadolu’day dı. En büyük iki aşi ret, Uluyörük ve Dul kadirli Türkmenleri idi.

Uluyörük Türk menleri Tokat, Sivas, çorum, Kırşehir, Çorum, Ankara, Es kişehir ve Yozgat’ta; Dulka dirli Türkmenleri ise Maraş, Kırşehir, Yozgat, Adana, Ur fa, Adıyaman ve Kayseri’de yaşıyorlardı.

İki aşiretin 16. Yüzyıl’daki toplam nüfusu 300 bin civa rındaydı. Anadolu’da orta bü yüklükteki bir şehrin bu dö nemde 5 ila 10 bin kişilik bir nüfusa sahip olduğu göz önüne alındığında aşiretlerin nü fusu oldukça kalabalıktır.

Konya Bozkırı’nda Atçe kenler; Trabzon, Giresun, Gü müşhane ve Balıkesir’de Çep niler; Kayseri’de Avşarlar; Si vas’ın güneyinde (Divriği, Şar kışla, Kangal ve Gürün ve ci varı) Yenil Türkmenleri (Dul kadir ve Halep Türkmenlerin den meydana geliyordu); An kara ve Bursa arasında Kara keçililer; Diyarbakır, Urfa, Mardin, Erzurum ve Kars civarında Bozulus Türkmenleri (Akkoyunlu aşiretleri); Mani sa’da Ellici ve Mukataa Yö rükleri; İç Ege’de (Kütahya Uşak, Denizli) Bozguş Yörük­leri, Kılcan Yörükleri ve Ak keçili Yörükleri; Denizli’de Kayı Yörükleri ve Çobanlar Yörükleri; Aydın’da Karaca koyunlar, Çuga Yörükleri ve Çulluyan Yörükleri yaşıyor lardı.

Muğla ve civarında Kayı, Kızılcakeçili, Kızıl cakoyunlu Divane Ali, Balıkcı ve Hor zum aşiretleri; Mer sin ve civarında İçel Yörükleri, Kütah ya’da Kütahya Yö rükleri: Antalya’da Teke Türkmenleri, Bolu’da Bolu Yörükle ri; Hatay ve civarında Özeroğulları (Üzeyir Türkmenleri); Ada na’da Ramazanlu Ulu su; Tarsus’ta Varsaklar; Kastamonu’da Kastamonu Yörükleri; Kayseri, Isparta, Afyon, Ay dın, Balıkesir, Kütahya, Niğ de, Aksaray, Nevşehir ve Kır şehir’de Danişmendliler yerleş mişlerdi.

5.Anadolu dışında hangi bölgelerde yaşadılar?
Anadolu dışın da Rumeli ile Suriye ve Irak’ta da Türk aşiretleri vardı. Rume li’deki aşiretler “Ru meli Yörükleri” di ye anılırlardı ve bu bölgeye Osmanlı tarafından Ana dolu’dan getirile rek yerleştirilmişlerdi.

Rumeli Yörükleri içindeki büyük aşiret ler; Naldöken Yörükle ri, Tanrıdağı(Karagöz)

Yörükleri, Selanik Yörükleri, Kocacık Yörükleri, Ofcabolu Yörükleri, Vize Yörükleri idi.

Suriye ve Irak’taki Türk menler, Türkler Anadolu’ya gelmeden önce bu bölgelere yerleşmişlerdi. Halep ve civa rında Halep Türkmenleri, Ha ma’da Selluriye (Salur) Türk menleri ile Hama Bayadı, Humus’ta Salur Avşar ve Ba yındır boylarına mensup Türkmenler, Trablusşam ve Lazkiye’de de yine Avşar, Sa lur ve Bayındır boylarına mensup aşiretler yaşıyorlardı. Şam civarında da Bayadlar vardı. Irak’ta özellikle Kerkük bölgesinde yoğun bir Türk men nüfusu mevcuttu.

6.Aşiretler nasıl idare ediliyorlardı?
Aşiretler genellikle idari statüde bir “kaza” itibar olunur ve kadı tarafın dan idare edilirlerdi. Türkmen lerden vergilerini toplayıp, dev lete teslim edenlere Türkmen Ağası veya Türkmen Voyvoda sı denilirdi,

Aşiretlerin Divan-ı Hümayun ile irtibatı ise, aşiret ileri gelenleri tarafından en büyük cemaatten seçilip, padişah ta rafından tayin edilen boy bey leriydi. Ayrıca Türkmenlerin bir diğer yöneticisi olan kethüdalar da, her aşiret grubunun temsilcisi durumunda olup, kendi cemaatleri içinden seçilip dev let tarafından tanı yorlardı.

Türkmenler için çıkarılmış özel ka nunlar vardı. Kanunnamelerde aşiretlerin yaylak ve kışlak yol culukları sırasında bir yerde durmamaları, durmaları gerekirse üç günden fazla oturmamaları ve çevreye zarar vermemeleri, zarar verirlerse tazmin etmeleri yazılıdır.         

7.Aşiretler nasıl isim alırlardı?
Türkmenler Anadolu’da çoğunlukla mensup ol dukları Oğuz boyları nın isimlerini kullanmamışlar dı. Aşiretler, Anadolu’da yeni isimlerle anıldılar. İlhan Şa hin’in tespitlerine göre aşiretle rin adlarını belirle yen faktörler şunlar dı:

1. Yaşadıkları coğrafi bölge: Bolu Yörükleri, Halep Türkmenleri, Turhal Yörükleri.
2. Boy be yinin veya aşiretin kethüdasının ismi.
3. Yaptıkları işler: At çekenler, Okçu İzzendinli, Yay cı Bedir.
4. Mensup oldukları siyası teşekkül: Dulkadirli Türkmenleri, Ramazanlı Ulu su.
5. Mensup oldukları Oğuz Boyu: Avşar, Kayı, Salur.
6. Mali ve hukuki statüleri: Ellici Yörükleri, Mukataa Yörükleri, Yüzdeciyan Yörükleri…

8.Osmanlı, aşiretleri iskâna zorladı mı?
Rudi Paul Lindner, Osmanlı İmparatorluğu’nun bilinçli olarak Türkmenleri ekonomik açıdan yıkıma uğratmaya yönelik bir siyaset izlediğini öne sürer.
Böylece, konar-göçerlere yerleşik hayata geçmekten başka hiçbir alternatif bırakıl madığını iddia eder.

Ancak bu ve benzeri iddi alar doğru değildir. Osmanlı yönetimi, aşiret leri ekonominin ayrılmaz bir parçası olarak gördüğü için, yürüttükleri iktisadi faaliyet leri sürdürmelerini istiyordu. Devletin, istisnai durumlar dı şında, aşiretleri yerleşik haya ta geçirmek gibi bir niyeti yoktu.

İskân faaliyetleri başlan gıçta programsızdı. Aşi retleri toprağa yerleşmeye devletin teşvik ettiği ve ya zorladığına dair örnekler azdı.

Mecburi iskân döneminde bile, bazı aşiretler iktisadi güçlerini kaybetme ihtimaline karsı iskân harici tutulmuş lardı.

Devlet özellikle 17. Yüz yıl’ın sonlarında, imparatorlu ğun ekonomik yapısının alt üst olması yüzünden, aşiretle ri iskâna tabi tutmaya başladı.

Viyana bozgun yıllarından sonra uzun savaş döneminin meydana getirdiği iktisadi darlık yüzünden halk kitleleri topraklarını terk ederek, yerleşim yerlerini boş bırakarak, vergi gelirinin azalmasına yol açtılar.

Yine bu dö nemde toplumsal ve ekonomik den gelerin bozulması nedeniyle aşiret lerin de yaylak ve kışlak mahalleri ni terk etmeleri, imparatorluktaki kaos orta mını daha da büyüttü.

Bunun üzerine Osmanlı yönetimi, 1691- 1695 yılları arasında, harap ve boş yerleri imar edip iskâna açmak için bazı bölgelerde aşiretleri zorla iskân etti.

Ancak bazı aşiretler yerle rini beğenmeyerek iskân edil dikleri mahalleri terk ettiler.

9.“Türkmen” ve “Yörük” ne demektir?
Türkmen is mi Türk aşiretleri nin kökenlerini belirlemek için yabancılar tarafın dan verilmiş bir ad idi. Ancak da ha sonra Türkmen kelimesi aşiretin hayat tarzını yani konar-göçerliğini ifade etmek için kullanıldı.

Türkmenlere, 15. Yüz yıldan itibaren “Yörük” de de nildi. Yörük kelimesi “yürü mek” filinden türetilmeydi ve aşiretlerin konar-göçer yapısı nı belirtmek için söylenirdi.

Bir iddiaya göre, Osmanlı yönetimi Anadolu’daki en bü yük rakipleri Karamanlıların Türkmen olarak ortaya çıkma sı yüzünden, kendi toprakla rında kalan aşiretleri “Yörük” diye niteleyerek Karaman Bey liği ile ortak bir paydayı engel lemek istemişti.
Diğer bir iddiaya göre Anadolu’ya ilk gelen konar göçer Türkler, “Yörük”; ikinci göç dalgasıyla gelenler ise, “Türkmen” olarak nitelen dirilmişlerdi.
Bazı araştırmalarda Yörük ve Türkmenlerin ayrı ayrı ve farklı bir etnik grup gibi gös terilmesi yanlış ve kasıtlıdır. Yörük ve Türkmenler aşiret hayatı yaşayan Türklerdir.

10.Türkmenler göçebe değil miydi?
Osmanlı İmparatorlu ğu topraklarında ya şayan Türkmen aşi retlerinin çoğu göçebe değildi.

Tam olarak yerleşik bir hayat yaşamasalar da, göçebe ler gibi devamlı göç etmezler, sadece yaylak ve kışlak mahal leri arasında gidip gelirlerdi.
Bu yüzden de aşiretlere konar-göçer denilirdi. Aşiret ler, yaylalarda hayvancılık, kışlaklarında ise çiftçilik ya parlardı. Kışlak mahalleri za manla önce mezraya, sonra da köye dönüşmüş ve aşiretler buralara yerleşmişlerdi. Os manlı zamanındaki aşiretler den göçebe karakteri gösteren nadir gruplardan biri, Halep Türkmenleriydi.  

BİBLİYOGRAFYA
• Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, İstanbul 1987.
• Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara 1991.
•Mehmet İnbaşı, Rumeli Yörükleri, 1544- 1675, Erzurum 2000.
• Paul Wittek, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Türk Aşiretlerin Rolü”, çev. Ercüment Kuran, Tarih Dergisi, Sayı: 17- 18 (İstanbul 1963).
• Faruk Sümer, Oğuzlar/Türkmenler, İstanbul 1981
• Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, Bozulus Türkmenleri 1540- 1640, Ankara 1997.
• Tufan Gündüz, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Danişmendli Türkmenleri, İstanbul 2005.
• Halil İnalcık, Yürüks, Their Origins, Expansion and Economic Role, Oriental Carpet and Textile Studies I, ed. R. Pinner and W. Denny, Londra 1986.
• Yörükler ve Türkmenler Sempozyumu Bildirileri, Ankara 2000.
• İlhan Şahin, Osmanlı Devrinde Konar-Göçer Aşiretlerin İsim Almalarına Dair Bazı Mülahazalar, Tarih Enstitüsü Dergisi, XIII, İstanbul 1987.


Kaynak : Erhan Afyoncu – Popüler Tarih Dergisi /  56.Sayı / Nisan 2005.
Hazırlayan: Tarihci http://www.tarihcininyeri.net

Soyumuz, Oğuz Han‘dan gelmektedir. Atamız Oğuz Han‘ın “Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han” adlarında 6 (altı) tane oğlu vardır. Oğuz Han’ın her oğlunun da dört tane oğlu vardır. İşte Atamız Oğuz Han’ın altı oğlundan olan 24 tane torunu, bugünkü “24 Oğuz Boyu”nu meydana getirmiştir. Bütün dünyaya yayılan Oğuzlar, bu 24 boya dayanmaktadır.
Şimdi bu boy adlarının ne anlama geldiklerini ve bu boyların nerede yaşadıklarına bakalım:
Boz-Oklar: Dış Oğuzlar da denip, Sağ kolu teşkil ederler.
1. Gün-Alp/Gün-Han: Sembolü şâhin. Oğulları:
a) Kayıg/Kayı-Han: “Sağlam, berk” anlamındadır. Üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim olan Osmanlı sülâlesi bu boydandır. Kayı Boyundan Ertuğrul Gâzi ve her biri birer müstesnâ şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir, kumandan, şâir ve sanatkâr olan Osmanlı sultanları, Kayı Han neslinin kıymetini göstermeye kâfidir.
b) Bayat: “Devletli, nîmeti bol” anlamındadır. Maraş ve çevresine hâkim olan Dulkadiroğulları, İran’da Kaçarlar, Horasan’da Kara Bayatlar, Maku ve Doğubeyazıt hanları, Kerkük Türkmenlerinin çoğu, bu boydandır. Dede Korkut kitabını 1480′de Hicaz’da yazan Tebrizli Hasan ve meşhûr şâir Fuzûlî bu boydandır.
c) Alka-Bölük/Alka-Evli: “Nereye varsa başarı gösterir” anlamındadır. Türkiye ve Âzerbaycan’daki Alaca, Alacalılar adı taşıyan yerler bu boyun hatırasıdır.
d) Kara-Bölük/Kara-Evli: “Kara otağlı (çadırlı)” anlamındadır. Karalar ve karalı gibi coğrafî yer adları bunlardan kalmadır.
2. Ay-Alp/Ay-Han: Sembolü kartal. Oğulları:
a) Yazgur/Yazır: “Çok ülkeye hâkim” anlamındadır. Ab-Yabgu devrindeki Yenibent Yabguları, Batı Türkistan’daki Cend Emirleri, Kara-Daş denilen Horasan Yazırları, Ahıska’dan aşağı Kür boyundaki Azgur-Et (Azgur Yurdu) Kalesi, Kürmanç Kürtlerinin Azan Boyu, Toroslardaki Gündüzoğulları Hanedanı bu boydandır.


b) Tokar/Töker/Döğer: “Dürüp toplar” anlamındadır. Yenikentli Vezir Ayıdur, Harput-Diyarbakır-Mardin hâkimleri, Artuklular, Sincar-Siverek, Suruç arasında hâkim eski Caber Beyleri, Memluklar devrinde Halep Döğeriyle Hama Döğerleri, bugünkü Mardin-Urfa arasında yirmi dört oymaklı Kürt Döğerleri, Hazar Denizi doğusundaki Saka Boyu Takharlar; Şavşat’taki Ören kale, To-Kharis ve Malatya’nın Tokharis bucağı, Dağıstan’daki Digor ve Kars ve Arpaçay sağındaki Digor kazası bu boydan hatıradır.
c) Totırka/Dodurga/Dödürge: “Ülke almak ve hanlık yapmak” anlamındadır. Sivas doğusundaki Tödürgeler bu boydandır.
d) Yaparlı: “Misk kokulu” anlamındadır. Zaza Çarekliler ve misk ticareti yapan Yaparı Oymağı bu boydandır. Yaparı Oymağının Akkoyunlu ve Giraylı camilerinin mihrap duvar harcına bu güzel ıtriyattan kattıklarından hâlâ hoş kokmaktadır. Diyarbakır ve Kırım’da hatıraları vardır.
3. Yıldız-Alp/Yıldız Han: Sembolü tavşancıl. Oğulları:
a) Avşar/Afşar: “Çevik ve vahşî hayvan avına hevesli” anlamındadır. Hazistan Beyleri, Konya’daki Karamanoğulları, İran’daki Avşarlı Nâdir Şah ve hanedanı, Ürmiye ve Horasan Afşarları bu boydandır.
b) Kızık: “Yasakta pek ciddi ve kuvvetli” anlamındadır. Gaziantep, Halep ve Ankara çevresindeki Kızıklar, Doğu Gürcistan’da ve Şirvan batısındaki ovaya Kızık adını verenler bu boydandır.
c) Beğdili: “Ulular gibi aziz” anlamındadır. Harezmşahlar, Bozok/Yozgat-Raka/Halep çevresindeki Beğdililer, Kürmanç Badılları bu boydandır.
d) Karkın/Kargın: “Taşkın ve doyurucu” anlamındadır. Akkoyunlu-Dulkadiroğlu ve Halep-Hatay bölgesindeki Kargunlar, Doğu Anadolu ve Âzerbaycan’daki ilkbaharda eriyen karların suları ile kopan sel ve su kabarmasına da Kargın/Korkhun denilmesi bu boyun adındandır. Üç-Oklar: İç Oğuzlar da denilip, sol kolu teşkil ederler.
1. Gök-Alp/Gök Han: Sembolü sungur. Oğulları:
a) Bayundur/Bayındır: “Her zaman nîmetle dolu yer” anlamındadır. Akkoyunlular sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki Gence’ye kadar Bayındır adlı yerler bu boydan gelir.
b) Beçene/Beçenek/Peçenek: “İyi çalışkan, gayretli” anlamındadır. Karadeniz kuzeyi ile Balkan Yarımadasına göçen ve 1071 Malazgirt ile 1176 Miryokefalon Meydan Muhârebelerinde Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular safına geçen Peçenekler, Dicle Kürmançlarının iki ana kolundan güneydeki Beçene Kolu, Ankara-Çukurova Halep bölgelerindeki Türkmen oymaklarından Peçenekler bu boydandır.
c) Çavuldur/Çavındır: “Ünlü, şerefli, cavlı” anlamındadır. Türkmenistan’da Mangışlak Çavuldurları, Çorum çevresindeki Çavuldur ve Anadolu’daki Çavdar Türkmen oymakları, Erzurum ve çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu boyun adından gelmektedir.
d) Çepni: “Düşmanı nerede görse savaşıp hemen çarpan, vuran ve hızlı savaşan” anlamındadır. Rize-Sinop arasındaki çok usta demirci Çepniler ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir çevresindeki ve Kars ile Van bölgelerinde Türkmen Oymağı Çepniler bulunmaktadır.
2. Dağ-Alp/Dağ Han: Sembolü uçkuş. Oğulları:
a) Salgur/Salur: “Vardığı yerde kılıç ve çomağı ile iş görür” anlamındadır. Kars ve Erzurum hâkimi Salur Kazan Han Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed ve Devleti, Fars Atabegleri, Salgurlular, Horasan’daki Teke-Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin çoğu bu boydandır.
b) Eymür/Imır/İmir: “Pek iyi ve zengin” anlamındadır. Akkoyunlu, Dulkadirli ve Halep Türkmenleri içindeki Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci Terekeme Oymağı bu boydandır.
c) Ala-Yontlup/Ala-Yundlu: “Alaca atlı, hayvanları iyi” anlamındadır. Yonca kelimesi bu boyun hatırasıdır.
d) Yüregir/Üregir: “Daima iyi iş ve düzen kurucu” anlamındadır. Orta Toros ve Çukurova Üç-Oklu Türkmenlerinin çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu boydandır.
3. Deniz Alp/Deniz Han: Sembolü çakır. Oğulları:
a) Iğdır/Yiğdir/İğdir: “Yiğitlik, büyüklük” anlamındadır. İçel’in Bozdoğanlı Oymağı, Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu boyun hâtırasıdır.
b) Beğduz/Bügdüz/Böğdüz: “Herkese tevâzu gösterir ve hizmet eder anlamındadır. Dicle Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i Peygamber’e elçi giden (622-623 yılları arasında Medîne’ye varan), Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmanç’ın iki ana kolundan Bokhlular/Botanlar, Yenikent-Yabgularından onuncu yüzyıldaki Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep Türkmenlerinden Büğdüzler bu boydandır.
c) Yıva/Iva: “Derecesi hepsinden üstün” anlamındadır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092) devrinde Suriye ve Filistin’i feth eden Atsız Beğ, 12. yüzyılda Hemedân batısında Cebel bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları, Haçlıları Halep çevresinde yenen Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boydandır. Ankara’da çok makbul yuva kavunu bu boyun yerleştiği ve adları ile anılan köylerde yetişir.
d) Kınık: “Her yerde aziz, muhterem” anlamındadır. Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri, Orta Toroslardaki Üçoklu Türkmenler, Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık Oymakları bu boydandır.
Türkçe, Edebiyat, Türk Oğuzlarla ilgili diğer bilgiler: Oğuzlar, Oğuz Boyu Bugün; Türkiye, Balkanlar, Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.
Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddiâ edenler de vardır. Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” mânâlarına da kullanılmaktadır. Arap kaynaklarında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir.
İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara da ayrıldılar. Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti. Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı. Tarihçiler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armalarını) göstermişlerdir. Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır.
Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rastlanmaktadır. Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda” sözü yer almaktadır. Öz Yiğen Alp Turan adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürkler’in hakimiyeti altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idiler.
Bugün; Türkiye, Balkanlar, Âzerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.
Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddiâ edenler de vardır. Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” mânâlarına da kullanılmaktadır. Arap kaynaklarında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir.
İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara da ayrıldılar. Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti. Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı. Tarihçiler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armalarını) göstermişlerdir. Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır.
Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rastlanmaktadır. Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda” sözü yer almaktadır. Öz Yiğen Alp Turan adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürkler’in hakimiyeti altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idiler.
Altıncı yüzyıldan itibaren Göktürklerin idaresinde toplanan Türk kabilelerinden bir kısmı gibi Oğuzlar da kendi aralarında birlik kurarak Tula-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz Kağanlığını meydana getirdiler. Göktürk kağanlığının, Kutlug Şad (İlteriş Kağan) tarafından 682’de ikinci defa kurulmasından sonra, Göktürkler, hâkimiyetlerini kabul etmeyen Oğuzlar üzerine yürüdüler. Tula Irmağı kıyısında yapılan kanlı bir savaşta, Oğuzlar yenildiler. Fakat, Göktürklerin hâkimiyetini kabul etmediler. İlteriş Kağan, Oğuzlar üzerine birçok sefer düzenledi ve Baz Kağanı öldürdü. Oğuzların merkezi Ötüken ve çevresini ele geçirdi. Bu yenilgi karşısında İlteriş Kağan’ın hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalan Oğuzlar, Göktürklerin Kırgız seferine katıldılar. Göktürk hakanlarından Bilge Kağan zamanında isyan ettiler. Bir sene içinde bir kaç defa harbe giren Oğuzlar; yenilerek, geri çekildiler. Daha sonra Dokuz-Tatarlar ile ittifak kurarak Göktürklerle mücadele ettilerse de yine bozguna uğrayarak, Çin taraflarına göç ettiler. Bir müddet sonra tekrar eski yurtlarına döndüler. Bu mücadelelerde zayıflayan Göktürkler, 745’te Uygurlar tarafından yıkıldı. Bu esnada Uygurlara yardım eden Oğuzlar, Uygur Devletinin dayandığı başlıca boylardan biri oldu. Uygurlarla birlikte Basmıl ve Karluklar’a karşı savaştılar. Fakat zaman zaman Uygurlara karşı da isyan etmekten geri durmadılar. Eski müttefikleri Dokuz-Tatarlar ile birleşerek Uygur Kağanı Moyunçur’a karşı cephe aldılar. Zaman zaman Çin’e gittiler. Daha sonra Çin’den çıkarak eski yurtlarına döndüler. Uygur Devletinin yıkılması üzerine batıya göçerek Sir Derya (Seyhun) kıyılarına ve onun kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler. Onuncu yüzyılda, göçebe hayatı yanında, yerleşik bir hayat sürmeye de başladılar. Göçebe Oğuzlar, daha ziyade koyun, at, deve, sığır yetiştiriciliği ve ticaretle uğraşıyorlardı. Yerleşik Oğuzlar ise, Sabran (Karacuk), Suğnak, Karnak, Sütkent gibi şehirlerde oturuyorlardı. Onuncu asırda henüz Müslüman olmamış olan Oğuzlar, inanışları gereği bir takım ibadet ve âyinleri yerine getiriyorlardı. Ancak yaşayış bakımından İslâmiyet’e uygun tarafları vardı. Soy temizliğine ehemmiyet verirlerdi. Bilhassa zina gibi suçların cezası ölümdü.
Onuncu asrın başlarında Oğuzlar, Mâverâünnehir çevresinde yerleşip, Yabgu denilen hükümdarın idare ettiği bir devlet kurdular. Devlet ve millet işlerinin bir mecliste istişare edildiği ve subaşı denilen ordu kumandanı, Yabgu’nun vekili ve nâibi olan tegin, İnal ve Tarkan unvanlarını taşıyan memurlar vardı. Oğuzların bu sıradaki başşehirleri, Sir Derya kıyısındaki Yeni Kent idi. Yabgu Devleti zamanında Oğuzlar, Üçok ve Bozok diye iki kısma ayrılmışlardı.
Onuncu asrın sonlarında İslâm dînini kabul ederek iyice güçlenen Oğuzlar, komşuları Peçenekler ve Hazarlar ile savaşlar yaparak onları yendiler. Fakat 11. yüzyılın ortalarında, Oğuzların İslâm dînini kabul etmemiş olan bir kısmı, Kıpçaklar’ın baskısıyla yurtlarını terk ederek Karadeniz’in kuzeyinden Tuna boylarına, oradan da Balkanlara indiler. İslâm dînine girmedikleri için etraflarını saran Hıristiyan devletlerin baskısıyla kısa zamanda benliklerini kaybederek, örf, an’ane ve geleneklerini unuttular. Eriyip, yok oldular. Geri kalanları da Bizans hizmetine girdiler. 1071’de yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi’ne Bizanslıların yanında katıldılar. Fakat çok geçmeden Selçuklular tarafına geçtiler.
İslâm dînini kabul eden Selçuk Bey’in idaresindeki Oğuz boyları ise, Oğuz Yabgu Devleti hükümdarının, kendilerine kötülük yapacağından çekinerek, yurtlarından ayrılıp İslâm diyarı olan Horasan taraflarına gittiler. Mâverâünnehir’de kalan diğer Oğuz boyları da, Kıpçakların hücum ve baskıları sonunda dağıldılar. Böylece Oğuzlar Devleti yıkıldı. Yerlerinde kalan Oğuzlar ise Karaçuk dağları bölgesinde, Mangışlak’da ve Seyhun Nehri kıyılarında yerleştiler. Daha sonra Karahıtayların ve Karlukların baskısı netîcesinde, Horasan’a gelip Selçuklulara tâbi oldular.
Selçuk’un büyük oğlu Arslan İsrâil, Horasan’da hâkimiyet kurup, diğer Oğuz boylarını idaresi altında topladı. Daha sonraları, Tuğrul ve Çağrı Beyler idaresindeki Selçuklular, Sâmânoğulları ile ittifak kurarak, Karahanlılar’a ve Gazneliler’e karşı mücadele ettiler. Selçukluların başarılı idareleri sebebiyle pekçok Oğuz boyu onların hâkimiyetinde toplandı. Birçokları yerleşik hayata geçti.
Selçuklu Devletinin kurulmasında esas rolü oynayan Oğuzlar ve diğer Oğuz boyları, 11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren akın akın İran, Irak, Anadolu ve Suriye’ye doğru yayıldılar. Selçuklu Devletinin sınırlarını Ceyhun Nehrinden Akdeniz’e kadar genişlettiler. İslâmiyet’i kabul etmeden önce dünyevî maksatlar ve kuru cihangirlik için çalışan, harp eden ve soylarının temizliğiyle tanınan Oğuzlar, İslâm dînini kabul ettikten sonra, Allahü teâlânın yüce dîni olan İslâmiyet’i yaymaya gayret ettiler. Gittikleri yerlerde doğruluğun, adaletin, ilmin ve medeniyetin savunuculuğunu yaptılar. İnsanlara hizmet etmek, ilmin ve medeniyetin yayılmasını sağlamak için pekçok cami, medrese, kervansaray, hamam ve köprü yaptırdılar. Büyük Selçuklu, Türkiye Selçukluları, Akkoyunlular, Salgurlular, Artukoğulları, Karamanoğulları, Ramazanoğulları, Dulkadiroğulları ve Osmanlı devletlerini kurarak İslâm dîninin yayılmasına hizmet ettiler. İslâmiyet’in ve Müslümanların yok edilmesi için çalışan Haçlılara karşı parlak zaferler kazandılar. İslâmiyet’e, ilme ve adalete karşı olan ortaçağ Avrupa’sına pekçok yenilikleri ***ürdüler. Dokuz yüz sene boyunca, kurdukları devletlerin sınırları içinde yaşayan bütün unsurlara karşı İslâm dîninin emirleri doğrultusunda hareket ederek, hizmet ettiler. Bugün Türkiye, Âzerbaycan, İran, Türkmenistan, Afganistan, Irak ve Suriye’de yaşayan Türkler, Oğuzların neslindendir.
Oğuz teşkilâtı, yirmi dört boyun çıkardığı sülâleler ve meşhûr şahsiyetleri:
Boz-Oklar: Dış Oğuzlar da denip, Sağ kolu teşkil ederler. (Bkz. Oğuz Kağan Destanı)
1. Gün-Alp/Gün-Han: Sembolü şâhin. Oğulları: a) Kayıg/Kayı-Han: “Sağlam, berk” mânâsındadır. Üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim olan Osmanlı sülâlesi bu boydandır. Kayı Boyundan Ertuğrul Gâzi ve her biri birer müstesnâ şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir, kumandan, şâir ve sanatkâr olan Osmanlı sultanları, Kayı Han neslinin kıymetini göstermeye kâfidir. b) Bayat: “Devletli, nîmeti bol” mânâsındadır. Maraş ve çevresine hâkim olan Dulkadiroğulları, İran’da Kaçarlar, Horasan’da Kara Bayatlar, Maku ve Doğubeyazıt hanları, Kerkük Türkmenlerinin çoğu, bu boydandır. Dede Korkut kitabını 1480’de Hicaz’da yazan Tebrizli Hasan ve meşhûr şâir Fuzûlî bu boydandır. c) Alka-Bölük/Alka-Evli: “Nereye varsa başarı gösterir” mânâsındadır. Türkiye ve Âzerbaycan’daki Alaca, Alacalılar adı taşıyan yerler bu boyun hatırasıdır. d) Kara-Bölük/Kara-Evli: “Kara otağlı (çadırlı)” mânâsındadır. Karalar ve karalı gibi coğrafî yer adları bunlardan kalmadır.
2. Ay-Alp/Ay-Han: Sembolü kartal. Oğulları: a) Yazgur/Yazır: “Çok ülkeye hâkim” mânâsındadır. Ab-Yabgu devrindeki Yenibent Yabguları, Batı Türkistan’daki Cend Emirleri, Kara-Daş denilen Horasan Yazırları, Ahıska’dan aşağı Kür boyundaki Azgur-Et (Azgur Yurdu) Kalesi, Kürmanç Kürtlerinin Azan Boyu, Toroslardaki Gündüzoğulları Hanedanı bu boydandır. b) Tokar/Töker/Döğer: “Dürüp toplar” mânâsındadır. Yenikentli Vezir Ayıdur, Harput-Diyarbakır-Mardin hâkimleri, Artuklular, Sincar-Siverek, Suruç arasında hâkim eski Caber Beyleri, Memluklar devrinde Halep Döğeriyle Hama Döğerleri, bugünkü Mardin-Urfa arasında yirmi dört oymaklı Kürt Döğerleri, Hazar Denizi doğusundaki Saka Boyu Takharlar; Şavşat’taki Ören kale, To-Kharis ve Malatya’nın Tokharis bucağı, Dağıstan’daki Digor ve Kars ve Arpaçay sağındaki Digor kazası bu boydan hatıradır. c) Totırka/Dodurga/Dödürge: “Ülke almak ve hanlık yapmak” mânâsındadır. Sivas doğusundaki Tödürgeler bu boydandır. d) Yaparlı: “Misk kokulu” mânâsındadır. Zaza Çarekliler ve misk ticareti yapan Yaparı Oymağı bu boydandır. Yaparı Oymağının Akkoyunlu ve Giraylı camilerinin mihrap duvar harcına bu güzel ıtriyattan kattıklarından hâlâ hoş kokmaktadır. Diyarbakır ve Kırım’da hatıraları vardır.
3. Yıldız-Alp/Yıldız Han: Sembolü tavşancıl. Oğulları: a) Avşar/Afşar: “Çevik ve vahşî hayvan avına hevesli” mânâsındadır. Hazistan Beyleri, Konya’daki Karamanoğulları, İran’daki Avşarlı Nâdir Şah ve hanedanı, Ürmiye ve Horasan Afşarları bu boydandır. b) Kızık: “Yasakta pek ciddi ve kuvvetli” mânâsındadır. Gaziantep, Halep ve Ankara çevresindeki Kızıklar, Doğu Gürcistan’da ve Şirvan batısındaki ovaya Kızık adını verenler bu boydandır. c) Beğdili: “Ulular gibi aziz” mânâsındadır. Harezmşahlar, Bozok/Yozgat-Raka/Halep çevresindeki Beğdililer, Kürmanç Badılları bu boydandır. d) Karkın/Kargın, “Taşkın ve doyurucu” mânâsındadır. Akkoyunlu-Dulkadiroğlu ve Halep-Hatay bölgesindeki Kargunlar, Doğu Anadolu ve Âzerbaycan’daki ilkbaharda eriyen karların suları ile kopan sel ve su kabarmasına da Kargın/Korkhun denilmesi bu boyun adındandır.
Üç-Oklar: İç Oğuzlar da denilip, sol kolu teşkil ederler.
1. Gök-Alp/Gök Han: Sembolü sungur. Oğulları: a) Bayundur/Bayındır: “Her zaman nîmetle dolu yer” mânâsındadır. Akkoyunlular sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki Gence’ye kadar Bayındır adlı yerler bu boydan gelir. b) Beçene/Beçenek/Peçenek: “İyi çalışkan, gayretli” mânâsındadır. Karadeniz kuzeyi ile Balkan Yarımadasına göçen ve 1071 Malazgirt ile 1176 Miryokefalon Meydan Muhârebelerinde Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular safına geçen Peçenekler, Dicle Kürmançlarının iki ana kolundan güneydeki Beçene Kolu, Ankara-Çukurova Halep bölgelerindeki Türkmen oymaklarından Peçenekler bu boydandır. c) Çavuldur/Çavındır: “Ünlü, şerefli, cavlı” mânâsındadır. Türkmenistan’da Mangışlak Çavuldurları, Çorum çevresindeki Çavuldur ve Anadolu’daki Çavdar Türkmen oymakları, Erzurum ve çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu boyun adından gelmektedir. d) Çepni: “Düşmanı nerede görse savaşıp hemen çarpan, vuran ve hızlı savaşan” mânâsındadır. Rize-Sinop arasındaki çok usta demirci Çepniler ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir çevresindeki ve Kars ile Van bölgelerinde Türkmen Oymağı Çepniler bulunmaktadır.
2. Dağ-Alp/Dağ Han: Sembolü uçkuş. Oğulları: a) Salgur/Salur: “Vardığı yerde kılıç ve çomağı ile iş görür” mânâsındadır. Kars ve Erzurum hâkimi Salur Kazan Han Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed ve Devleti, Fars Atabegleri, Salgurlular, Horasan’daki Teke-Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin çoğu bu boydandır. b) Eymür/Imır/İmir: “Pek iyi ve zengin” mânâsındadır. Akkoyunlu, Dulkadirli ve Halep Türkmenleri içindeki Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci Terekeme Oymağı bu boydandır. c) Ala-Yontlup/Ala-Yundlu: “Alaca atlı, hayvanları iyi” mânâsındadır. Yonca kelimesi bu boyun hatırasıdır. d) Yüregir/Üregir: “Daima iyi iş ve düzen kurucu” mânâsındadır. Orta Toros ve Çukurova Üç-Oklu Türkmenlerinin çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu boydandır.
3. Deniz Alp/Deniz Han: Sembolü çakır. Oğulları: a) Iğdır/Yiğdir/İğdir: “Yiğitlik, büyüklük” mânâsındadır. İçel’in Bozdoğanlı Oymağı, Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu boyun hâtırasıdır. b) Beğduz/Bügdüz/Böğdüz: “Herkese tevâzu gösterir ve hizmet eder mânâsındadır. Dicle Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i Peygamber’e elçi giden (622-623 yılları arasında Medîne’ye varan), Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmanç’ın iki ana kolundan Bokhlular/Botanlar, Yenikent-Yabgularından onuncu yüzyıldaki Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep Türkmenlerinden Büğdüzler bu boydandır. c) Yıva/Iva: “Derecesi hepsinden üstün” mânâsındadır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092) devrinde Suriye ve Filistin’i feth eden Atsız Beğ, 12. yüzyılda Hemedân batısında Cebel bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları, Haçlıları Halep çevresinde yenen Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boydandır. Ankara’da çok makbul yuva kavunu bu boyun yerleştiği ve adları ile anılan köylerde yetişir. d) Kınık: “Her yerde aziz, muhterem” mânâsındadır. Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri, Orta Toroslardaki Üçoklu Türkmenler, Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık Oymakları bu boydandır.
OĞUZLARIN BOY TEŞKİLÂTI
Oğuzlar kavmî ve siyasî bir teşekkül için el (il) kelimesini kullanmakta idiler: Oğuz eli, Ak-Koyunlu eli, Dulkadırlı eli. Onların diğer Türk kavimlerinin söyledikleri aynı anlamdaki budun sözünü unuttukları anlaşılıyor. Bu kelimenin Moğolca karşılığı olan ulus sözü de İlhanlılardın tesiri ile, ancak Doğu-Anadolu’da Türkmenlerce, el kelimesi ile birlikte, kullanılmıştır: Kara-Koyunlu ulusu, Boz-Ulus, Kara-Ulus. Şimdi biz el yerine umumiyetle Arapça’dan aldığımız kavim (kavm) kelimesini kullanmaktayız. Görüldüğü gibi, Oğuz-eli’nin başında Yabgu unvanlı hükümdarlar vardı. XII. yüzyıldan sonra bu kelime, bu anlamda, kullanamayarak unutulup gitmiştir. Türkmen ellerinin başında bulunan hükümdarların ise Türkçe yalnız beğ unvanını taşıdıkları görülür. El’in zamanla ülke anlamına gelmiş olduğu malûmdur. Yurd elin, boyun, obanın ve ailenin oturduğu yerdir.
Oğuz eli’ni meydana getiren teşekküllerden her birine boy denir ki, Kâşgarlı bu sözün oğuzca olduğunu bildiriyor. Orhun âbidelerinde geçen “bod” sözü, söylendiği gibi, belki bu kelimenin en eski şeklidir. Boy, Türkiye’de bu anlamda gerek resmî dilde, gerek halk arasında son zamanlara kadar kullanılmıştır.
Türkiye’de boyların başında bulunanlara da boy beği deniliyordu. Kavim gibi Arapça’dan alarak resmi dilde kullandığımız kabîle kelimesi Türkçe’de hususiyetle boy manâsını ifade eder. Boyları irsen idare eden reisler de beğ unvanını taşırlar. Oğuz ve Türkmen soylularını bu beğler meydana getirirler. Yabgular ve sultanlar da beğler arasından çıkmıştır.
Boylar da obalara ayrılmaktadır. Kâşgarlı, oba kelimesinin de oğuzca olduğunu söylüyor. Obalardan sonra her halde aileler geliyordu ki, Oğuzlar’ın bunu hangi kelime ile ifade ettikleri bilinemiyor. Böylece aileden (soy?) obalar, obalardan boylar ve boylardan da Oğuz eli meydana gelmiştir. Oğuz eli’nde asıl oymak birliği boy’dur. Oymak kitabımızda, boylar (kabîle), obalar (cemâat) ve onların kollarını ifade etmek üzere, umumî bir mânâda kullanılmıştır. Bunu evvelce aşîret kelimesi ile ifade ediyorduk. Aşîret şimdi Güney-Anadolu’da, teklik hem çokluk olarak, yörük anlamında kullanılıyor. Mesela “iki aşiret geldi demek yörüklerden iki kişi geldi” demektir.
Oğuz boylarının Arap ve diğer bazı kavimlerde olduğu gibi, münferiden bir hayat geçirdikleri veya tek başına siyasî bir harekette bulundukları nadir olarak görülür. Onlar daima el halinde (yani üç-dört oymak bir arada) yaşamayı severler ki, bu husus siyasî başarılarında mühim bir âmil olmuştur.
Görüldüğü gibi, X. yüzyılın başlarından itibaren Oğuz eli’nden kümeler halinde ayrılmalar başlamıştır. Bu kümelerden ilki Hazar Denizi kıyısındaki yarım adaya giderek yurd tutmuş ve buraya Mangışlak adını vermişti. İkinci bir küme ise Selçukluların idaresinde Yakın-Doğu ülkelerine geldi, Üçüncü bir küme de yine XI. yüzyılda Kara-Deniz’in kuzeyinden Balkanlara indi. Diğer taraftan Oğuzlardan kalabalık bir nüfus da Seyhun’un orta yatağındaki şehirlerde yerleşmişti. Göçebe Oğuzlar’ın bu şehirli eldaşlarına, küçümseyerek, yatuk yani tenbel adını verdiklerini biliyoruz. Fakat bütün bunlara rağmen Oğuz eli eski yurdunun bir kısmında el teşkilatını muhafaza ederek yaşıyordu. Boz-Ok ve Üç-Ok adları ile iki kola ayrılan Sultan Sancar’ın galibi Oğuz kümesi önemli bir kol olmakla beraber son teşkilatlı küme veya ana kol değildir.
Boz-Ok ve Üç-Ok ikili teşkilatını en son taşıyan Oğuz-Türkmen kümesi, Moğol baskısı yüzünden XIII. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’dan Suriye’ye göçeden kalabalık topluluktur. Bu topluluğun tarihinden de daha önce söz edilmişti.
Oğuz boylarının tarihlerine gelince, bunların tarihlerinin seyri de, tıpkı Oğuz eli’ninki gibi olmuştur. Yani herhangi bir siyasi harekete boylara mensup bütün obaların katıldıkları görülmez. Mesela XII. yüzyılda İran’ın Fars eyaletinde siyasî iktidarı ellerine geçiren Salgurlar bu boyun ancak bir obası veya kolu idi. Ak-koyunlu ailesinin buyruğunda da Bayındır boyunun bir obası (Ak-Koyunlu) bulunuyordu. Hatta Selçuklu fethine, bu ailenin mensup bulunduğu Kınık boyunun bütün obaları katılmamıştır. Anadolu’da Oğuz boylarına ait yer adlarının ve teşekküllerin muhtelif yerlerde görünmesi aynı sebeble ilgilidir. Yani Oğuz boylarından pek çoğunun obaları ve kolları bu ülkeye farklı zamanlarda gelmişler ve bu gelenlerden de siyasî ve iktisadî sebebler ile yeni ayrılmalar olmuştur, ileride Oğuz boyları ayrı ayrı incelendiği zaman bu husus daha iyi anlaşılacaktır.
Dikkate değer bir husustur ki, XVI. yüzyılda Osmanlı ailesinin yurdu olan Sultan-Önü sancağındaki Karaca-Şehir kazasına bağlı bir köy, Tokuz-Oğuz adını taşımakta idi. Bu köyün ne gibi bir sebeble bu adı aldığı bilinemiyor.
Seyhun Oğuzları XI. yüzyılda 24 boydan müteşekkil bulunuyorlardı. Bize bunu bildiren Kâşgarlı Mahmud, aynı zamanda bu boylardan 22 sine ait bir liste de vermiştir. Mamafih Selçuklu fethinden bahseden bir Ermeni müverrihi de fâtih kavmin 24 boydan meydana geldiğini kaydetmiştir. Oğuz boylarına ait tam liste XIV. yüzyıl’ın başlarında Reşideddin tarafından verilmiştir. Bu listelerin ehemmiyeti şuradadır ki, bunlar olmasa idi Oğuz boylarına ait tam bir liste yapmak bizler için pek müşkül ve hattâ belki de imkânsız olacaktı. Kâşgarlı’nın listesinden yalnız Memlûk devri müverrihlerinden Aynî faydalanmıştır. Diğer eserlerde görülen listeler (Hamdullah-i Müstevfî, Yazıcı-Oğlu, Neşri, Ebû’l-Gazi ve diğerleri) doğrudan doğruya veya vasıtalı olarak Reşid ed-din’inkinden gelmektedir.
Kâşgarlı Mahmud Halac adını taşıyarak bazı hususlarda diğerlerinden ayrıldıkları için Oğuzlar’dan sayılmadığını söylediği iki boyu listesine almadığı gibi, bunların adlarını da vermemiştir. Diğer taraftan Kâşgarlı’nın, “sayısı az ve damgaları belli değil” dediği Çarukluğ boyunun adına da Reşid ed-din’in listesinde rastgelinemiyor. Orada Kaşgarlı’da bulunmayan şu adlar vardır: Yaparlı, Kızık, Karkın. Bunlardan Kızık ve Karkın’dan birini Kâşgarlı’nın listesine almadığı iki boydan biri olarak kabul etmek zarurîdir. Diğerinin de yine bunlardan biri olduğuna ihtimal vermek mantıkîdir. Çünkü, her iki boy yani Kızık ve Karkın aynı dalda, Yıldız-Han’ın oğulları arasında gösterilmiştir. Halbuki Yaparlı boyu başka bir dalda, Ay-Han’ın oğulları arasında bulunmaktadır. Yaparlı, yine orada adının ne manaya geldiği yazılmayan biricik boyudur. Diğer taraftan hiç bir yerde ne Çaruklu’ya ne de Yapırlu’ya ait tarihî bir kayda, bir yer adına veya bir teşekküle rastgelinebilmiştir. Kısaca Reşided-din’deki Yapırlu’nın Kâşgarlı’daki Çarukluğ’un yerini tuttuğunu ve yine aynı müellifin listesine almadığı” iki boyun da Kızık ve Karkın olduğunu kuvvetle tahmin ediyoruz. Reşided-diri’m listesinin bu iki boy bakımından da, vakıalara uygun olduğu görülüyor. Çünkü, her iki boya ait yer adlarına ve teşekküllere Türkiye’de rastgelinmiştir. Kâşgarlı’nın listesinin boyların o zamandaki siyasî şöhretlerine göre sıralandığı anlaşılıyor. Meselâ Selçuklu hanedanının mensub olduğu Kınık boyu orada en başta yer almıştır. Halbuki bu boy Reşîded-din’in listesinde en sonda bulunmaktadır. Reşided-din’in listesinin, Oğuz boylarının eski siyasî ve içtimaî mevkilerine göre tanzim edildiği görülüyor. Burada 24 boy her biri eşit sayıda olmak üzere Oğuz Han’ın altı oğlundan türetilmiştir. Diğer taraftan Kâşgarlı’nınkinde olduğu gibi, burada da boylardan her birinin kendine mahsus damgaları olduğu halde, her dört boyun ortak bir ongunu da vardır.
Reşided-din’de 24 boy iki kola ayrılmıştır. Bunlardan biri Boz-Ok, öbürü de Üç-Ok adlarını taşıyor. Ne bu ikili tasnif ne de onların isimleri Kâsgarlı’da vardır. Ancak bunun da tarihî bir vakıa olduğunu biliyoruz. Sancar’ı yenen Oğuzlar, bu adlar ile iki kola ayrıldıkları gibi, XIV. yüzyılda Kuzey-Suriye’deki Türkmenler de yine bu adlar ile iki kola ayrılmışlardı. Bu Türkmenlerden Boz-Ok koluna mensup olanlar Yozgat bölgesinde yurd tuttuklarından Bu bölge Cumhuriyet devrine kadar bu adla anılmıştır. Ayrıca XVI.yüzyılda Konya’nın Kuzeyinde, İstanbul-Haleb ana yolu üzerinde de Boz-Ok adlı büyük bir köy vardı. Bugün de Urfa’nm Birecik kazasında Boz-Ok adlı bir köy bulunmaktadır.
Reşid ed-din’de Boz-Ok kelimesi parçalamak şeklinde manâlandırılmıştır ki, kelimenin “boz” fiilinden getirildiği görülüyor. Üç-Ok da üç adet ok seklinde izah edilmiştir. Fakat bu izah şekillerini kabul etmeye imkan yoktur. Ok’un On-Ok’ta olduğu gibi, eski zamanlarda boy anlamına geldiğini biliyoruz. Bu isimlerdeki ok kelimesinin de boy manâsında olduğu muhakkaktır. Buna göre Üç-Ok üç boy demektir.
Boz-Ok’a gelince, buradaki boz kelimesinin de, bir rakamın yerini aldığı akla geliyor. Yine Reşided-din’deki sözlere göre, Oğuz-eli’nde hâkim kolu Boz-Oklar teşkil etmiştir. Bu sebeble Boz-Oklar’ın alâmeti yay ve tâbi kol oldukları için de Üç Oklarınki ok’tur. Tuğrul Beg 1038 yılında Nişabur’a girerken kolunda gerilmiş bir yay ve belinde de üç-ok bulunuyordu. Bunlar her halde, kendisini Boz-Ok ve Üç-Ok’un, yani bütün Oğuz-eli’nin hükümdarı saydığının bir ifadesidir. Yüreğir boyunun damgasının da bir yay ve üç ok -pek muhtemel olarak- şeklinde olduğu görülüyor. Daha önce de söylendiği gibi, bir yay ve üç ok, pek muhtemel olarak Oğuz yabgularının hükümdarlık alâmeti idi.
Eski Türk ellerinde ve ordularında ikili düzenin değişmez bir kaide olduğu bilinir. Oğuz elinde ve ordusunda da, görüldüğü gibi, bu kaide hâkimdi. Böylece el ve ordu ikiye bölünmekte, bunlara kol denilmektedir. Kollar da birbirinden sağ ve sol sıfatları ile ayrılıyor. Osmanlı İmparatorluğunda da sağ kol, sol kol adları verilen bu ikili düzen hem askerî, hem de mülkî teşkilâtta esaslı bir kaide olarak uygulanmıştı. Türkler’de sağ kol, Moğolların aksine olarak, daha şerefli sayılıyordu. Boz-Oklar da hâkim kolu teşkil etmeleri itibari ile onlar sağ kol sayılmışlardır. Bu gelenek, bu kollar var oldukça devam edip gelmiştir. Boz-Okların hâkim kol sayılması, İslâmiyetten önce siyasî üstünlüğün uzun bir zaman bu kolun elinde kalması, yabguların daha çok bu kolun boylarına mensup olmalarından ileri geliyor. denildiğine göre, Oğuz yabguları başlıca şu boylardan çıkmıştır: Kayı, Yazır, Avşar, Beğ-Dili ve Eymür. Bunlardan yalnız Eymür boyu Üç-Oklar’dan idi. Dede-Korkut destanlarında ise siyasî üstünlüğün Üç-Oklar’da olduğu görülür. İslâm ülkelerinde de Üç-Oklar büyük bir varlık göstermişlerdir: Selçuklu hanedanı (Kınık), Salgurlular (Salur), Berçem oğulları (Yıva), Ak-Koyunlular (Bayındır), Ramazan-oğulları (Yüregir) ve Kadı Burhaneddin (Salur) bu koldan idiler. Şimdiki bilgilerimize göre, Boz-Oklar’dan da Artuk-oğulları’nın (Döğer), Şumla-oğulları’nın Avşar) ve Nâdir Şah’ın Avşar hanedanından çıkmış olduğu görülüyor.
Kâşgarlı ve Reşided-din’de bulunan listelerdeki Oğuz boyları zamanlarındaki söyleniş şekillerine göre yazılmıştır. Fahreddin Mübarek Şah’ın listesindeki Oğuz boylarının yazılış şekli Kâşgarlı’nınkinin aynıdır.
Kâşgarlı ve Reşided-din’in listelerinde boyların damgaları da gösterilmiştir. Bu keyfiyet damgalara verilen ehemmiyeti ifade eder. Kâşgarlı bu damgaların davarlara, yılkılara vurulduğunu söyler. Reşided-din’de bunlar damga kelimesi ile ifade edilmiştir. Oğuzların damgalar için hangi kelimeyi söyledikleri bilinemiyorsa da, bunun Anadolu’da kullanılan “im (en)” sözü olduğundan şüphe edilemez. Bazı Türk hanedanlarının, boylarının damgalarını, aile alâmeti olarak kullandıklarını biliyoruz. Salğurluların paralarında Salur damgası görüldüğü gibi, Ak-Koyunlu paralarında Bayındır ve Osmanlı hükümdarı II. Murad’ın bazı ***kelerinde de Kayı damgası bulunmaktadır. Âk-Koyunlular, damgalarını yalnız paralarına değil, yaptırdıkları eserlere, resmî ve***alara, bayraklarına da koydurmuşlardır. Her nekadar II. Murad’ın haleflerinin paralarında Kayı damgası görülmüyorsa da hükümdarlara ait şahsî eşyada, toplar da dahil olmak üzere, silâhlarda bu damgaya sık sık rastgelinmektedir. Oğuz boyları damgalarının Anadolu’da hayvanlara vurulduktan başka halı, kilim motifi olarak kullanıldığını, aşı boyası ile evlerin duvarlarına resmedildiğini, kap kaçağa ve nazar değmemesi, uğur getirmesi için bazı giyim eşyasına konulduğunu ve hattâ mezar taşlarına bile çizildiğini biliyoruz. Bunlara ilâve olarak bu damgalardan bazılarının da âbideler, yapılar ve kayalar üzerinde görülmüş olduğunu söyliyelim.
Reşided-din’in listesinde damgalardan başka ongunlar da görülmektedir. Bunların hepsi eti yenmeyen avcı kuşlardır. Reşided-din, ongun (onkun) ittihaz edilen hayvan veya kuşun kutlu sayıldığını, incitilmediğini, etinin yenilmediğini bildiriyor ve ongun (onkun) kelimesinin Türkçe’de kutluluk demek olan oynuk’tan geldiğini söylüyor. Abdülkadir İnan’a göre ongun Moğolca bir kelime olup Türkçesi töz’dür. Her iki kelime de bugün Türkiye’de bilinmiyor. Görmüş olduğumuz gibi, Oğuzların tarihinde bir totem devri söz konusu değidir. Diğer taraftan Oğuzların ongun kuşları olduğu hakkında başka eserlerde hiç bir bilgi yoktur. Bu sebeble Oğuz boylarının ongunları olduğuna dâir ongunlarla ilgili bilgilerin doğruluğundan’ şüphe etmek yerindedir. Ongun olarak zikredilen avcı kuşlar başlıca, şahin, kartal, tavşancıl, sunkur, uc ve çakır’dır. Bunlardan şahin farsça bir kelimedir. Kartala gelince, bu da karakuş yerinde kullanılan yeni bir kelimedir. Kara kuş Anadolu’da kullanılır. Tavşancıl kartala benzeyen, fakat ondan daha küçük, kara renkli bir kuştur. Sunkur ise tuğruldan küçük, fakat doğandan daha büyük bir kuş olarak tarif edilmektedir. Uc’a gelince, bu hususta bir bilgiye rast gelemedim. Yalnız Timur’un kumandanlarından Uç-Kara Bahadır’ın adındaki uc kelimesi her halde bizim kuşu ifade etmektedir. Bu kumandanın adına bakarak tahmin etmek mümkün olabilir ki, uc yahut uç-kara, çal-kara, bay-kara ile birlikte aynı kuşu ifade edebilir. Ve bu kuş da kartal olabilir. Çakır da doğan soyundan bir kuş olup şahinden ayrıdır.
Yine Reşided-din’in listesinden anlaşılıyor ki eski zamanlarda boyların toylarda yiyecekleri koyun etinin kısımları da bir kaideye bağlanmıştır. Reşid ed-din’de bu kısımlara endâm-i goşt (etin bir kısmı), Yazıcı-Oğlu’nda sünük (kemik) deniliyor. Dikkate değer ki, ongunlar gibi her dört boyun da ortak bir sünükü vardır. Böylece, Kayı, Bayat, Alkara-Evli, Kara-Evli boylarının sünükü yani koyundan yiyecekleri kısım sağ karı yağrın, yani sağ kürek kemiği kısmıdır, Yazır, Döğer, Dodurga ve Yapırlı boylarındaki sağ aşığlu, yani aşığın bulunduğu et parçası (bud), Avşar, Kızık, Beğ-Dili ve Karkınlar’ın sünükü sağ umaca, yani kalça (sağrı) kemiği kısmı, Bayındır, Peçenek, Çavundur ve Çepnilef’m sünükü sol karı yağrın, Salur, Eymür, Ala-Yuntlu, Yüreğirlerinki ucayla (sol umaca ?), iğdir, Bügdüz, Yıva ve Kınık boylarının sünükleri (sol ?) aşığludur.
Bir boyun toplantılarda ve toylarda (umumî ziyafetler) oturacağı mevki (orun) ve yiyeceği et kısmı (ülüş) yalnız Oğuz elinde değil, diğer Türk kavimlerinde de kaidelere bağlanmıştır.” Bu geleneklerin ehemmiyeti şuradadır ki bunlar bir boyun kendi eli içindeki siyasî ve içtimaî hukukunu tayin eden başlıca müesseselerdir.
Reşided-din’in listesinde boylar Oğuz Han’ın 24 torunundan türetilmiştir. Kâşgarlı da, 24 Oğuz boyunun, adlarını dip dedelerinden aldığını söyler ve bu 24 dip dedeye Zulkar-neyn’in Türkistan seferi esnasında nasıl Türkmen adının verildiğine dâir bir de hikâye anlatır. Ona göre bu boylar çok eski zamanlarda meydana gelmişlerdir. Aynı müellif bu boyların oba ve oba kolları olduğunu da yazıyor. Fakat Oğuzlardan hiç bir boyun obası kesin olarak bilinmiyor. Ancak, Kara-Koyunlu (Yıva?) ve Ak-Koyunlu (Bayındır) teşekküllerinin bu obalardan olması muhtemeldir. Ayrıca Yemen’deki Resul-Oğullarının mensup olduğu Biçek? ve 1230’larda Şehrizor-Erbil arasında faaliyette bulunan Sevinç’in Koş Yalu (çift yaylu) adlı oymakların da bu obalardan oldukları düşünülebilir. XV. ve XVI. yüzyıllarda Anadolu’da yaşayan Ağça-Koyunlu, Kara-Keçili ve saire gibi oymaklar ile aynı yüzyıllarda Harizm Türkmenleri arasında görülen Teke, Er-Sarı gibi teşekküller için de aynı tahminde bulunmak mümkündür.
Osmanlı devleti teşkilâtında sağ kol, sol kol olmak üzere ikili düzen esaslı bir kaide olarak yer aldıktan başka, 24’lü düzene ait de bazı misaller vardır. Meselâ Rum-eli eyâleti 24 sancağa ayrıldığı gibi, Diyarbekir eyâleti de sekizi yurtluk, beşi ocaklık olmak üzere 24 sancak idi. Otluk-Beli savaşında (1473) Anadolu beğlerbeğisi Dâvud Paşa’nın kumandasında 24 sancak beği vardı. Dede-Korkut destanlarındaki 24 sancak beği sözü bunlardan çıkmış olacaktır. Evliya Çelebiye göre, Kütahya sancağı 24 kadılık idi. Rum-elindeki devlet hizmetinde bulunan yörükler 24 kişiden müteşekkil takımlara aynlmıştı. 24 kişiden biri eşkinci, üçü çatal ve yirmisi de yamak sayılmıştı. 1100 (1688-1689) tarihinde Konya mütesellimi bulunan Yeğen Osman Paşa’nın dayısı Kara-Hasan Beğ’in maiyyetinde 24 bayrak sekban ve sarıca bölüğü vardı. Her bayrak bir bölüğü temsil etmekte ve her bölüğün başında bir bölük-başı bulunmakta idi. Kara-Hasan’ın azli üzerine bu 24 bayrak sekban ve sarucanın başına Yeğen Osman Paşa’nın kendi yeğeni, Ahmed Beğ geçmişti.
Osmanlı mâlî teşkilâtında da 24 sayısı ile ilgili olarak bazı misaller zikretmek mümkündür. Yörükler’den birinin koyunu 24′ten az olur veya hiç kalmaz ise onlar kara yani yoksul sayılır ve kendilerinden buna göre bir vergi alınırdı. Bundan başka Yeniçeri ocağı zabitlerinden yaya-başıların gündeliklerinin 24 akçe olduğunu biliyoruz. Oymaklar arasındaki bazı toplulukların, Oğuz boyları gibi, 24 bölük halinde teşkilâtlandıkları görülmektedir. Meselâ Merv bölgesinde yaşayan Teke adlı meşhur Türkmen oymağı, seyyahların sözlerine göre, 24 obaya ayrılmakta idi. Safevî devrinde Kara-Bağ’da yaşayan ve 24 obadan meydana gelen bir topluluk da, teşkilâtına uygun olarak, “iğirmi Dört” adını taşıyordu. Şeref Han bu topluluğun Kürd asıllı olduğunu söylüyor. Yine ona göre mensup bulunduğu Bitlis dağlarındaki Ruzegi adlı boy 24 obadan müteşekkil olup, bunlardan 12 oba Bilbasî ve 12 oba da Kovalsî adını taşıyordu ki, her ikisinde de Oğuz boy teşkilâtının âmil olduğu açıkça görülüyor.
24 rakamının ok yapımında da bir değeri olduğu görülüyor. Osmanlı okları 4 dirhemden 24 dirheme kadar olup, yayın büyüklüğü göz önüne alınarak yapılırdı. Bundan başka ok her dört derecesi boğaz, yedi derecesi göbek, altı derecesi şalvar, yedi derecesi ayak olmak üzere 24 derece itibar edilmiştir.
Müverrih Hammer 24’lü Oğuz boy teşkilâtının Mısır memlükleri’nde 24 beğ olarak devam ettiğini söylüyorsa da böyle bir keyfiyet ancak XVI. yüzyıl başlarında görülmektedir. Filhakika Kanısav ul-Gavrî devrinde mukaddem beğlerinin sayısı 24 idi. Fakat daha önceki sultanlar zamanında da mukaddem beğlerinin aynı sayıda olması şüphelidir.
Şikârî’nin Karaman-oğulları tarihi’nde 24 vezir, 24 bin er sözü sık sık geçtiği gibi, Evliya Çelebide de bu mahiyette ifadeler görülüyor. II. Murad da 1444 yılındaki Varna zaferi münasebeti ile tutsak alınan Hıristiyan beylerinden seçtiği 24 kişiyi Memlûklara göndermişti. Bütün bu zikredilen misallerin bazıları bir tesadüf ile izah edilebilir ise de, bir çoklarının 24 Oğuz boyundan gelen gelenek ve hâtıra ile ilgili olduğu şüphesizdir.
Oğuz boylarına ait bu hususları belirttikten sonra, bilhassa Türk oymakları hakkında araştırma yapacaklara kolaylık olmak üzere, Kâşgarlı’da ve Reşided-din’de geçen Oğuz boyları aşağıda ayrı listeler halinde verilmiştir. Bilindiği gibi, Yazıcı-Oğlu Ali’nin ve Ebû’l-Gâzi’nin listeleri esas itibarı Reşided-din’den gelmektedir. Ancak Yazıcıoglu ile Reşided-din’in mükemmel bir nüshasını gördüğünden ve aynı zamanda bu konuya vâkıf ve meraklı bir Türk olduğu için listesi kaynağına en yakın olanıdır. Bu bakımdan onun listesi de aynen yayınlanmıştır.
Karakeçililer 2000′li yıllarda bile bin yıllık soy bağlarını ve adlarını sürdüren ender Türk topluluklarından biridir. Ülkemizde en yoğun Karakeçili nüfusu Batı Anadolu’da yaşamakta. Nüfusa vurulacak olursa il bazında şöyle bir sıralama yapılabilir:
Balıkesir ( 60 köy )
Bursa ( 41 köy )
Kütahya ( 37 köy )
Eskişehir ( 35 köy )
Bergama ( 30 köy )
Bilecik ( 25 köy )
Adapazarı
Manisa ( 11 köy )
Afyon ( 11 köy )
Uşak ( 4 köy )
(ve Şanlıurfa ( 45 köy ))
Batı Anadolu’nun diğer illerinde de Karakeçili köyleri var ancak toplu halde değiller ve sayıca diğer Türk gruplarından daha azlar.
Kayı Boyunun Damgası: üç ok ve bir yay
Bu aşiretlerden en çok ses getirmiş ve tarih sayfalarına yer etmiş olanı Karakeçili Aşiretidir. Bu aşiret dünyanın en uzun ömürlü devleti olan Osmanlı Devleti’nin kurucusudur.
Orta Asya’dan Balkanlara…
Karakeçili Yürüyüşü


Karakeçili Aşireti’nin bağlı bulunduğu Kayı boyu Orta Asya’da bugünkü Türkmenistan topraklarında Merv şehri civarındaki Mahan yöresinde yaşamaktayken büyük bir göçle İran’a gelirler ve uzun yıllar burada kalırlar. Sonraki dönemlerde yeni yurt Anadolu fethedilir ve diğer Türk kabileleriyle birlikte Kayılar da Irak, Suriye üzerinden yeni toprağa gelirler.
Türkiye’nin birçok verinde Karakeçililer’e rastlanır. Eskişehir, Bilecik, Bursa, Balıkesir ve kısmen Adapazarı illerinde Karakeçili Yörükleri kalâbalık bir nüfus teşkil ederler.80-90 yıl önce Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa. Tarafından mecburi iskâna tabi tutulmuşlar ve birçok köy meydana getirmişlerdir. Ertuğrul Gazi’nin mensup bulunduğu Kayı Boyu’ndan olduklarını söylerler. Her yıl Eylül ayının ortasında, Ertuğrul Gazi’yi ziyarete giderler.
Beylik Makamı
Yeni topraklar yeni bir hayat, yeni umutlar demektir. Ertuğrul Gazi de dört yüz çadırlık kalabalık obası ile yeni bir yaşama başlar bu Bizans eşiği memlekette.
Söğüt kışlak, Domaniç yaylak olur. Çoğu konar göçer. Bey ise devletini sağlam temellere oturtabilmek için bir merkeze yerleşir. Bir aşiretten beyliğe, beylikten de koca bir imparatorluğa uzanan serüven böyle başlar.
Söğüt Domaniç yaylalarında konup göçen Karakeçili grupları zamanla ele geçirilen Germiyan, Karesi gibi yeni topraklara gidip yerleşmeye, yayılmaya başlarlar. Yerleştikleri bölgeler ise çıkış yerleri Bilecik yöresine yakın olan yerlerdir.
Karakeçili Aşireti içinde en önce yerleşik hayata geçenler Bilecik-Söğüt yöresine gelen ilk Karakeçililerdir. Bir kısmı erken dönemde köyler kurup yerleşmiş, bir kısmı da göçerliği sürdürmüştür.
101 Köy
Karakeçililerin çoğu yirminci yüzyılın başlarına kadar göçerliği sürdürmüş. Osmanlı padişahlarının soyundan geldikleri için yörükler arasında en ayrıcalıklı olan onlarmış ; ancak 1862 yılında çıkarılan yerleşim kanunundan kaçamamışlar ve Batı Anadolu illerinde – özellikle de Bilecik, Balıkesir, Kütahya, Bursa, Eskişehir-toplam yüz bir adet köy kurup yerleşik hayata geçmişler. Balıkesir’deki Karakeçili köylerinin sayısının kırkı aşkın olduğu düşünülürse ilimizin Karakeçili nüfusunun yoğunluğu fark edilebilir.
Kütahya ili Karakeçili köy sayısı sıralamasında alt sıralarda gösterilmesine rağmen sadece Simav ilçesinde 16 tane Karakeçili köyü vardır. 10 köyde de Karakeçililer diğer yörüklerle karışık yaşarlar. İller bazında bakılacak olursa bu 101 rakamı doğal olarak artacaktır. Batı Anadolu’da Bursa, Balıkesir, Kütahya, Eskişehir, Bilecik bölgelerinde yaklaşık 150 tane Karakeçili köyü vardır.
Ertuğrul Gazi’nin türbesi bugün Bilecik sınırlarında kalan Söğüt ilçesinde yer alıyor ve her sene yapılan yörük şenliklerinde büyük ziyaretçi akınına uğruyor. BU NEDENLE SÖĞÜT’ÜN, MERKEZ İL OLMASI VE TARİHİN(OĞUZ BOYLARI TARİHİNİN) SİLİNMEMESİ ÖNEMLİDİR.
İllere Göre Karakeçili Köyleri
Batı Anadolu’da Karakeçililerin en yoğun olduğu illerde aşiretin köylerinin dağılımı şöyle:
Not: Balıkesir’deki Karakeçili köyleri bir önceki sayfa olan “Karakeçili Aşireti” sayfasında verilmiştir.
Bursa Yöresinde
1.Seferiışıklar ( Merkez )
2.Çeki ( Orhaneli )
3.Düvenli ( Keles )
4.Kocakovacık ( Keles )
5.Küçükkovacık ( Keles )
6.Sorgun ( Keles )
7.Belenören ( Keles )
8.Yağcılar ( Keles )
9.Baraklı ( Keles )
10.Akçapınar ( Keles )
11.Durhasan ( Büyükorhan )
12.Gölbaşı ( Kestel )
13.Dışkaya ( Gürsu )
14.Çataltepe ( Gürsu )
15.Mirzaoba ( Mudanya )
16.Kaymakoba ( Mudanya )
17.Hançerli ( Mudanya )
18.Muratoba ( Gemlik )
19.Yeniköy ( Gemlik )
20.Beylik (Karacabey )
21.Boğazköy ( Karacabey )
22.Doğanalan (M.K.Paşa)
23.Ağaçlı (M.K.Paşa)
24.Korubaşı (M.K.Paşa)
25.Kocakoru (M.K.Paşa)
26.Killik (M.K.Paşa)
27.Körekem (M.K.Paşa)
28.Uğurlupınar ( M.K.Paşa )
29.Eskikızılelma ( M.K.Paşa )
30.Şehriman (M.K.Paşa)
31.İncealipınar (M.K.Paşa)
32.Karagölet (İnegöl)
33.Akbaşlar (İnegöl)
34.Dömez (İnegöl)
35.Yeniyörük (İnegöl)
36.Hacıhasan (İnegöl)
37.Bayramşah (İnegöl)
38.Sincansarnıç (M.K.Paşa)
39.Yörükler ( İznik )
40.Karacakaya ( İnegöl )
41.Tekkederesi ( İnegöl )
Kütahya Yöresinde
Domaniç’te
1.Kozluca
2.Domur
3.Çarşamba
4.Çukurca
5.Fındıcak
6.Berçin
7.Tıraz
8.Erikli
Simav’da
8.Evciler
9.Eğdemir
10.Eğirler
11.Kalkan
12.Koyunoba
13.Karapınar
14.Kayalıdere
15.Kızılcık
16.Ortacı
17.Sarıçam
18.Sarıkaya
19.Şenköy
20.Toklar
21.Yassıeynehan
22.Yeniler
23.Öreyler
Tavşanlı’da
24.Karakaya
25.Burhan
26.Çıkrık
27.Kozluca
28.Yaylacık
29.Çakıllı
30.Üyücek
31.İkibaşlı
Aslanapa’da
32.Saray
33.Çakmak
34.Bayramşah
Kütahya Merkezde
35.Damlalıkaraağaç
36.Eğridere
Emet’te
37.İsmailbey
Manisa Yöresinde
1.Çınarlıkuyu ( Merkez )
2.Çamköy ( Merkez )
3.Çullugörece (Saruhanlı)
4.Hacıisalar (Turgutlu)
5.Şeyhli (Kula)
6.Eminbey (Salihli)
7.Kaplan (Salihli)
8.Ortaköy (Salihli)
9.Mıdıklı (Selendi)
10.Karakeçili (Gördes)
11.Oğulduruk (Gördes)
Afyon Yöresinde
1.Basrioğlu
2.Timurlu
3.Sazak
4.Alifakih
5.Şerifoğlu
6.Fatmaoğlu
7.Akdere
8.Karaağaca
9.Çamlıkebir
10.Kuyu
11.Davırkı
12.Aşağı Çaybelen
Güney Ege’de
Yeniçeşme ( Beyağaç / Denizli )
Kayaca ( Tavas / Denizli )
Söğüt ( Çavdır / Burdur )
Turanlar ( Germencik / Aydın )
Karaağaçlı ( Germencik / Aydın )
Uzunkum ( Germencik / Aydın )
Bilecik Yöresinde
1.Bahçecik (Merkez)
2.Üzümlü (Gölpazarı)
3.Dereboyu (Söğüt)
4.Küçükelmalı (Pazaryeri)
5.Yörükelmalı (Pazaryeri)
6.Günyurdu(Bakraz) (Pazaryeri)
7.Dömez (Pazaryeri)
8.Dombayçayırı (Bozüyük)
9.Aksutekke (Bozüyük )
10.Darıdere( Söğüt )
11.Yörükyayla ( Söğüt )
12.Kapanalan ( Söğüt )
13.Çaydere ( Söğüt )
14.Gözalan ( Söğüt )
15.Yörükçinisi ( Söğüt )
16.İnceköy ( Söğüt )
17.Elmacık ( Söğüt )
18.A.Armutlu ( Söğüt )
19.Y.Armutlu ( Söğüt )
20.Kızılmeşe
21.Kızıltepe
22.Bayramşah
23.Asarcık ( İnhisar )
24. Abbaslık (Bilecik Merkez Köyü)
25.Söğüt/ Merkez ( Kurucu halkı )
26.Bilecik/Merkez ( Kurucu halkı )
Ayrıca Bilecik yöresinde Söğüt, Bilecik gibi şehirlerin yerli halkı da çok önceden yerleşmiş Karakeçililerdir. Bunlar daha beylik döneminde yerleşik hayata geçtiğinden yörük kapsamına girmez.
Eskişehir Yöresinde
Merkezde
1.Kıravdan
2.Arıkaya
3.Yarımca
4.Bozdağ
5.Kavacık
6.Turgutlar
7.Yusuflar
8.Akçayır
9.Mollaoğlu
10.Yörükkartal
11.Erenkara
12.Margı
13.Karacahisar
14.Akçakaya
15.Avlamış
16.Aşağı Kuzfındık
17.Yukarı Kuzfındık
18.Dutluca
19.Eceköy
Seyitgazi İlçesinde
20.Kuyucak
21.Ayvacık
22.Musalar
23.Karacalar
24.Üçbaş
25.Beşsaray
26.Göknebi
27.Gemiş
28.Akin
29.Göcenoluk
30.Bahşayiş
31.Tonra
32.Erikli
33.Numanoluk
34.Taşlık
Şanlıurfa Yöresinde
1.Ağören
2.Deliktaş
3.Karayük
4.Karadibek
5.Kurtini
6.Başıbüyük
7.Göllü
8.Mezra
9.Mızar ( Karakeçi )
10.Karacaviran
11.Çabakçur
12.Azimülk
13.Karafinik
14.Keş
15.Beyan
16.Timeyti
17.Uzuncuk
13.Uzunziyaret
14.Üzümkar
15.Zilfil
16.Kıliçek
17.Kızılali
18.Taşlı
19.Beyali
20.Torunali
21.Kabik
22.Bozkuyu
23.Kabasırt
24.Kabahaydar
25.Tanrıverdi
26.Kapaklı
27.Kale
28.Kazani (Kazan)
29.Bağbük
30.Kırbani
31.Mehmedihan
32.Şevek
33.Payamlı
34.Kantara
35.Mehmetviran (Mehmetören)
36.Kurbağalı
37.Sülüklü
38.Sadıklı
39.Salur
40.Çepni
41.Çandırkeş
42.Mezincik
43.Toru
44.Osmanbey
45.Saluca
Uşak Yöresinde
Kötüre
Kavacık
Düzkışla
Sorguncuk
Diğer
Karahisargölcük ( Nallıhan / Ankara )
Yörükköy ( Safranbolu / Karabük )
Karapürçek ( Biga / Çanakkale )
Cumali ( Ortaköy / Aksaray )
Gaylan ( Bergama / İzmir )
Karakeçili ( Çorum )
Yenikaş (Mersin/Aydıncık)

Osmanlı tarihlerinde, mensup olunan boy, ulus veya etnik kimlik yerine, kişilerin ön plana çıkması, devlet hizmetindeki Türkmen beylerinin mensup oldukları aşiretlerin tespitine imkan tanımadığı gibi, büyük siyasi olayların etrafında odaklanan tarih yazıcılığı, konar-göçer(2) Türkmen topluluklarının içtimai vaziyeti ve yaylak-kışlak hayatları boyunca meydana getirdikleri olaylar hakkında da kayda değer bilgiler vermemektedir. Osmanlı tarihleri, Türkmenleri ya isyanlar vaki olduğu zaman veyahut Akkoyunlu ve Safevi Devleti ile Osmanlı Devleti’nin mücadeleleri esnasında anmakta, Safevi Devleti hizmetindeki Türkmenler için ise sıklıkla “Kızılbaş” tabirini kullanmaktadır. Bundan dolayı, Türkmenler, tarihlere daha çok sosyal ve iktisadi düzeni tehdit eden düşman unsurlar gibi yansımıştır. Bununla birlikte, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu esnasında Osmanoğulları’nın ataları, konar-göçer Türkmenler olarak tasnif edilmesi Türkmenlik’in yerinilecek bir husus olmadığı, bilakis yerleşik hayatın temsilcileri tarafından da övünülecek bir özellik olarak mütalaa edildiği anlaşılmaktadır.(3)
Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin temelde Türkmen aşiretlerine dayanması ve bu devletlerin siyasi hayatında boy ve oymakların müessir bir rol oynaması, bu devirde yazılan tarihlere de yansımaktadır. Siyasi rolleri itibariyle ön plana çıkan şahısların mensup bulundukları kabileler, onların adları ile birlikte anılmakta ve böylece aşiretlerin devlet içindeki fonksiyonunu tespit etmek mümkün olmaktadır.(4)
Anadolu’daki Türkmen Aşiretlerini incelerken kökenin bir şekilde Horasan’a dayandığı görülmektedir. Horasan’a da Orta Asya’dan geldikleri ileri sürülmektedir:(5)

Bize meftun olan marifet söyler
Biz Horasan illerinde baydanız.
Musa gibi lentarani değiliz
Aslımızı sorar isen Hoy’danız(6)
Abdal Musa’ya ait olduğu varsayılan bu sözlerden en azından Abdal Musa ve çevresindekilerin Horasan’dan (hatta Horasan’a bağlı Hoy kasabasından) geldiklerini anlıyoruz.
Türkmen kavramı oldukça fazla tartışılmaktadır. Etimolojisi konusunda da oldukça farklı görüşlere rastlamak olasıdır. Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın “Secere-i Terakkime (Türkmenler’in Soykütüğü) adlı eserinde, Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-ı Lügât-ı Türk”ünde, Nesri’nin “Kitab-ı Cihannüma’sında” vs. eserlerde Türkmen adı konusunda çeşitli görüşler ortaya konmuştur.(7)
XI. yüzyıla kadar Oğuzlar’ın dışındaki Türk Boylarından bazılarına Türkmen dendiği bilinmektedir. Bu yüzyıldan sonra Türkmen adı yalnızca Oğuzlar’a verildi. Kaşgarlı Mahmut XI. yüzyılda sadece Oğuz boylarından meydana gelen Türkmen teşekküllerini kaydetmekte, hatta onlarında kendi içlerinde “dedelerinin isimlerini alan” irili ufaklı oymaklara ayrıldığını bildirmektedir. Öte yandan Oğuzlar’ın, XIII. yüzyıllara kadar kendilerini Türkmen diye isimlendirmeleri her halde konar-göçer hayatı temsil ediyordu.(8)
Yörük ve Türkmen adı Osmanlı’da bazen eş anlamlı olarak kullanılmıştır: “Fatih’in Kanunnamesini’nde Yürük tabir olunan Türkmenler’in teşkilat ve vazifeleri hakkında şu madde vardır….”(9) Daha sonraki zamanlarda ise Yörükler, Türkmenler’in bir alt kolu olarak sınıflandırılmıştır:(10) “Rumeli’de bulunan Türkmenler iki sınıfa ayrılmıştı: Yürükler, müsellimler”(11) Farklı zaman ve konum içinde Türkmenlik ve Yörüklük olgusu değişime uğramıştır. Günümüzde (2000 yılına yaklaşırken) Edremit çevresindeki Tahtacılar’a Yörükler “Türkmen” demektedir. Aralarındaki etnik farkın dinsellikten kaynaklandığını, aslında aynı kökenden geldiklerini vurgulamaktadırlar: “Türkmenler ve Yörükler her ne kadar birbirleri için aramızda soğan zarı gibi ince fark var deseler de bu farklı dinsel inanç içindeki boylar arasında hemen hemen hiçbir ilişki bulunmamaktadır.”(12) Bu yörede (Edremit ve çevresi) Türkmenlik’ten kasıt Kızılbaşlık’tır. Kısacası bu yörede Türkmenlik, Tahtacılık ve Kızılbaşlık bir şekilde eklemlenmiştir.
Zaman ve konum ne olursa olsun Türkmenlik kavramı içinde köken olarak Türk olma durumunu ve bununla birlikte, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar, konar-göçer bir yaşam tarzını uygulama bulunmaktadır:(13)

“Türkmenler’in hayat tarzlarını yerleşik hayat ile göçebelik arasında bir ara şekil diye tarif edebiliriz. Resmi kayıtlarda ve kanunnamelerdeki konar-göçer tabiri bir terim olarak bunların hayat tarzlarını pek güzel ifade etmektedir.”(14)

X. yüzyılın birinci yarısında Oğuzlar, Hazar Denizi’nden Sir (Seyhun, İnci) ırmağının orta yatağındaki Fârâb (XI. yüzyıldaki adı ile Karaçuk) ve İsficab yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı.(15) X. yüzyılın başlarında Oğuzlar’ın çoğunluğu göçebe idi.(16) Oğuzlar’ın yerleşik yaşama geçişlerindeki en büyük etken İslamlaşma’dır. İslamiyet’in gelişimiyle yerleşik yaşam düzeni gelişmiştir.(17)
Kaşgarlı Mahmut’tan öğrendiğimize göre, Moğol istilası sırasında bir kısım göçebe Türkmenlerin aşağı Sir-Derya boylarında oturmaktaydılar. Faruk SÜMER, Türkmenler’in Horasan’a ve oradan Anadolu’ya göçlerini Moğol istilasına dayandırmaktadır. “Horasan adı ile şüphesiz Türkistan da ifade olunuyordu.” Buradaki göç aslında bir kaçıştır:(18)
… Hacı Bektaş’ın, Baba İlyas’ın peşinden “Horasan’dan geldiğini” biliyoruz. “Horasan’dan gelmek”, eski vakayinamelerde ve menkıbelerde sık sık kullanılan bir klişedir. Bu söz, esas olarak göç fikrine gönderme yapar. Türkmen boyları 11. yüzyılın sonlarında Anadolu’ya gelmeye başlamıştı. Bu boyların göç hareketleri 12. Yüzyılda ve özellikle de, Moğol istilasından kaçmak zorunda kaldıkları 13. yüzyıl boyunca iyice yoğunlaştı. Genel olarak Orta Asya ya da Maveraünnehir’den gelen göçmenlerin izlediği yol Horasan’dan geçiyor ve Hazar kıyılarını takip ederek İran Azerbaycanı’na ulaşıyordu. Bu yol, İran çöllerine girmemek için izlenen olağan yoldu. Bu nedenle, “Horasan’dan gelmek” deyimi, bahsedilen kişilerin o yerin değil de göçebe insanlar olduğu anlamına geliyordu.(19) Aynı konuda Ahmet Yaşar OCAK şu tespiti yapıyor:
“Horasan kelimesi, onların hakikaten Horasan mıntıkasından geldiklerini değil, Horasan’da doğmuş bulunan cezbe ve ilâhi aşk esasına dayalı Melâmetî sûfiliğinden kaynaklanan Kalenderilik akımına mensup olduklarını göstermekteydi.(20)”
Türkmenler’in Orta Asya’ya bağlılıkları atasözleri ile sabit. Sarıkeçiler, gururlanan kimseye: “Horasan’da kaç dönüm tarlan var?”, “Amma Horasanlı ha!…”, “Ne Horasanlı adam!…Bu kadar olmaz” derler. Kozan’ın Aslanlı köyünde, saf adama “Horasan akıllı” derler. Silifke’nin Kırtıl köyü Alevileri “Âlim Buhara’dan çıkarmış da evliya Horasan’dan” diyorlar.(21)
XI. yüzyılın başlarında büyük bir çoğunluğu göçebe bir hayat yaşayan Oğuzlar’ın ekonomik faaliyetleri, bu yaşayışın icabı olarak, başlıca hayvancılığa dayanıyordu. At ve hatta deve eti yedikleri iddia edilmektedir. Oğuzlar, Müslüman olduktan sonra at eti yemekten vazgeçmişlerdir. Çünkü, dahil oldukları Hanefi mezhebi at eti yenmesini mubah kılmamıştı.(22)
Faruk SÜMER’den alıntıladığımız son paragraftan adeta, bütün Oğuzlar’ın Hanefi Mezhebi’nde olduğu sonucu çıkmaktadır. Bu pek mantıklı gözükmemektedir. X. yüzyılın sonlarına doğru “şia” olayı çoktan olmuş ve İslam içinde bir çok mezhep ortaya çıkmıştı. İslam içersindeki bölünmenin temel sebebi Hz. Ali’nin hilafeti sorunudur. Türkmenler İslam’la 8. Yüzyılın başlarında doğrudan karşılaşmaya başladılar. Hatta bu karşılaşmalar büyük katliamlara uğrama şeklinde gerçekleşti:(23)
“Peygamberin vefatından sonra Arabistan yarımadasında doğan İslam anlayışında iki karşıt görüş oluşmuştu. Bunlardan birisi Arap milliyetçiliğini ve militarizmini ön planda tutanların görüşü, diğeri İslam dininin evrenselliğini vurgulayanların görüşü idi. Peygamberin ölümünden sonra, Ömer ve Osman zamanında Arap milliyetçiliği ön planda tutulmaya başlanmıştı. Öncelikle İran toprakları Ömer ve Emeviler’in devrinde istilaya uğradı. Bunu takiben de Emeviler Türkmenlerin yaşadıkları bölgelere saldırmaya başladılar. Miladi 710 yılında Emevi kumandanı Kuteybe bin Müslimül Dahili’nin Türkistan’da hileli barış yaparak bir günde 10.000 kadar Türkmen’in başını kestiği bildirilmektedir.”(24)
Türkmenler’i katleden güç aynı zamanda Ali’den taraf olanları da yok etmeye çalışan güçtür. Türkmenler, bir taraftan Moğol istilasından kaçarken öbür taraftan Emeviler’in zulmü ile karşılaşıyorlardı. Türkmenler’den bir kısmı dahi olsa, “Emevi karşıtı yani Şia yandaşı olmayı tercih edenler olmamış mıdır?” sorusu akla geliyor. Hangi toplum hiç bir direnç göstermeden kitlesel olarak yeni bir dine geçmiştir? 2000’lere yaklaşırken, halen eski şamanist inancını güden kimi Anadolu insanımızın varlığı, fotoğrafı iyi çekilmesi gereken sosyal bir olgudur:(25)
“Sultan Ana’nın hiçbir dini inancı yok. Bir tür yarı şaman. Doğaç bir dine inanıyor. Ömründe bir kez olsun abdest alıp namaz kılmamış. En ufak bir dua, besmele bilmiyor. Ülkemizin padişahlıkla mı, cumhuriyetle mi yönetildiğini de… Ancak Dedem Korkut masallarını, (o buna metel diyor) Deli Dumrul’u, Tepegöz’ü, Karacaoğlan’ı, Yunus Emre’yi, Pir Sultan Abdal’ı, Köroğlu’nu çok iyi biliyor.” (26)
Aslında sorun, 10. yüzyıl sonrasında Türkmenler’in dinsel anlayışıdır. Ebu Hanife dahi Emeviler’den ve Abbasiler’den taraf olmamıştır. Ancak sonradan Arap militarizmini güdenler Sünni İslam içersinde bulunduklarından, zulüm ettikleri kitleleri doğal olarak Şia’ya sevk etmişlerdir:(27)
“Şiiliğin Irak ve İran’da yayılmasının sebebi, bilhassa müsteşrikler (28) ve onların her sözünü doğru sayanlar tarafından ortaya atılan uydurma sebeplerden değil, Ali’nin Küfe’yi merkez edinmesinden ve sonra Emeviler’in, İslami esaslardan ayrılıp Arap milliyetine dayanan bir siyaset gütmelerinden, Arap olmayan Müslümanları Mevâli-köleler saymalarından, onları daima kendilerinden aşağı görmelerinden doğmuştur. Arap olmayanların, Emeviler’in düşman oldukları Ali’ye ve Ali evladına bağlamaları, Emeviler’in bu aşırı milliyetçi siyasetinden meydana gelmiştir.” (29) Katliamların olmadığını varsaysak bile bu anlatılanlardan Türkmenler’in (bir kısmının dahi olsa) Şia hareketine bağlanmalarını kolaylaştıracak yeterli bir sosyal-psikolojik sebep olduğu sonucuna ulaşılabilir. Bir süreç olarak Alevileşme yukarıda anlatılanlardan sonra başladığı iddia edilebilir.
“Dede Korkut (Korkut Ata) menkıbeleri, Yunus Emre’den de önce halk arasında yaygındır. Dili, üslubu ve konusu yanında, Türk ahlak ve törelerini yansıtması bakımından da büyük ilgi gören menkabelerini Oğuz ozanları ellerinde kopuzlarla terennüm ederler.” (30)
Hasan ile Hüseyin’in hasreti su

Ayşe ve Fâtıma’nın nigâhı su
Şâh-ı Merdan Ali’nün Düldülünün eğeri ağaç
Zülfikâr’ın kını-y-ile kabzası ağaç

Şah Hasan ile Hüseyn’ün bişiğü ağaç (31)

Yukarıda anlatılanlar Kızılbaşlık’taki dedelik kurumunu (32) anımsatıyor. Proto-Kızılbaşlık (33) şeklinde adlandırabileceğimiz bu erken Kızılbaşlık, 10. yüzyıl ve hemen sonrasındaki süreçte gelişmeye başlamış gibi gözükmektedir. Nitekim, Kızılbaşlık’ın temelini oluşturan Heterodoks İslami Târikatlardan biri olan Kalenderilik, bu esnada ortaya çıkmıştır:(34)

“Kalenderilik’in kimin tarafından kurulduğu tam olarak bilinmemektedir. 481 H.’ de (1018) ve vefât eden Şeyhülislam Hace Abdullah-ı Ansari’nin birKalender-Nâme’si olduğuna göre Kalenderilik hayli eskidir.” (35)
Selçuklu devletinin kuruluşu, Oğuz Türkleri’nin tarihinde pek mühim bir dönüm noktasıdır. Bu devletin kurulması ile İslâm’ın siyâsi hâkimiyeti Oğuzlar’ın eline geçtiği gibi, Anadolu ve ona komşu ülkeler de onların yurdu olmuştur. Oğuz Türkleri, Yakın Doğu İslam Dünyası’nın, bilhassa X. yüzyılın başlarından itibaren siyasi bakımdan zayıf bir duruma düşmesinden faydalanarak adım adım ilerleyen Bizans’ı geri atmakla kalmamış, onun asıl dayanağı olan Küçük Asya’yı fethetmek sureti ile bu devletin çökmesine ve yıkılmasına âmil olmuştur. (36)
Selçuklu Türkmenleri’nin Maveraünnehre inmeleri, Müslüman olmalarından daha çok Samanoğulları-Karahanlı rekâbeti ile ilgilidir. Onlar, önce Samanoğulları’na yardımda bulunmuşlar, Ali Tekin’in muhalefeti sırasında da Karahanlılar’ın iç mücadelerinde yer almışlardı. Ancak, bu gelişmeler, Karahanlı ve Gazneli devletlerinin, Türkmenler’in bölgede siyâsi bir güç hâline gelmelerini önlemek amacıyla, bunlar üzerinde baskılarını artırmalarına yol açtı. Bu sıralarda Türkmenler Arslan Yabgu ile Tuğrul ve Çağrı Bey, Gazneli ve Karahanlı baskılarına karşı kendilerini daha iyi savunacakları bir bölgeye çekilirken, Çağrı Bey yaklaşık 3000 kişilik bir kuvvetle batı yönünde “keşif” hareketine çıktı. Çağrı Bey’in batıya yönelmesinde her halde bu tarafta Samanoğulları’nın yıkılmasından kaynaklanan otorite boşluğunun doğması da etkili olmuştu. (37)
Maveraünnehr hükümdarı Karahanlı Nasr b. İliğ 1013 yılında vefat etti; yerine kardeşi Mansur geçti ve bu, Arslan İliğ unvanını taşıdı. 411 (1020-1021) yılında hânedana mensup olan Ali Tegin Buhara’ya hâkim oldu ve ülkeni genişletmeye başladı. İşte bu tarihte Selçuk’un oğlu Arslan Yabgu’nun idaresinde olmak üzere, Selçuklular’ın Cend’den aşağıya inip Buhara’nın 20 fersah kuzeyinde bulunan Nûr yöresinde yaşadıklarını görüyoruz. (38)
Ali Tegin ile Arslan Yabgu arasında kuvvetli bir ittifak olmuştu. Gazneli Mahmud topraklarına sık sık tecavüzlerde bulunduğu için Ali Tegin’in komşuluğundan memnun değildi. Gazneli Mahmut, Hacib Bilge Tegin komutasında Ali Tegin üzerine asker gönderdi. Bu gelişmelerden sonra Gazneli Mahmud Ali Tegin’i yener ve bir hile ile Arslan Yabgu’yu hapseder.
Arslan Yabgu’nun Gazneli Mahmud tarafından ele geçmesinin Selçuklular tarafından fiili bir tepki ile karşılandığına dair herhangi bir bilgiye rastlanmıyor. Oğuzlar’dan Arslan Yabgu’ya bağlı 4000 çadırlık bir kümenin ileri gelenleri onun yakalanmasından sonra Gazneli Mahmud’a beğlerinden yani Selçuklular’dan, zulüm görmekte ve eziyet çekmekte olduklarını söyleyerek, Horasan’a geçmelerine izin vermesi ricasında bulundular. Gazneli Mahmut bu izni verdi. Bu Oğuz kümesi Horasan’a geçerek Serahs, Ferâve ve Abived çölünde yurt tuttular.
Gazneli Mahmud’a 1027 yılında yaptığı Hind seferinden dönüşünde Nesâ, Bâverd(Abiverd) ve Isferâyi halkından birçok kimseler, Türkmenler’in tecavüzlerinden şikayet ettiler. Buna karşılık Gazneli Mahmud önlem aldı. Yapılan savaşlar sonunda birçok Türkmen öldürülmüş, tutsak edilmiş, geriye kalanları ise Balhan ve Dihistan’a kaçmışlardır. (39)
Türkmenler’in Orta Horasan’dan çekilmesinden sonra meydana gelen boşluğu Tuğrul ve Çağrı beyler doldurmak istediler. Sultan Mahmud’un ölümüyle tahta geçen Mesud’dan buraya yerleşme izni istedilerse de bu reddedildi. Bunun üzerine Türkmenler zorla Orta Horasan’a girdiler. Sultan Mesud’la yapılan savaştan Tuğrul ve Çağrı Bey’in komutasındaki Türkmenler kazandı. Oğuz Yabgu devletinden ayrılanlar (Tuğrul ve Çağrı Beyler) Selçuklu Devleti’ni kurdular. (40) Sonraları batıya doğru ilermeye başladılar. Karşılarına Kürtler, Arap ve Acem halkları ile Bizans’a doğru ilerleyen, Azerbaycan ve Musul çevresini yağmalayan Irak Türkmenleri vardı: (41)
“Arslan Yabgu’nun tutuklanarak Kalincar kalesine hapsedilmesinden sonra, Arslan Yabgu’nun maiyetinden bir grup Gazneli Mahmud tarafından Horasan’a sevk edilerek Nesâ, Abiverd ve Ferâve bölgesine yerleştirildi. Daha sonraları diğer Türkmenler’den ayırmak için Irak Türkmenleri diye adlandırılan bu grup yerleşik halk ve idareciler ile anlaşmazlığa düşünce, Gazneliler tarafından bu bölgelerden çıkarıldılar. Türkmenler de Azerbaycan taraflarına çekilmek zorunda kaldılar.” (42)
Gerek Irak Türkmenleri’nce gerekse Selçuklular’ca Malazgirt Savaşı’ndan (1071) önce Anadolu’ya akınlar yapıldığı görülüyor. Bu sırada Anadolu’da Kürt Aşiretleri, Ermeniler, Rumlar (Bizanslılar), vs. halklar bulunmaktadır. (43) Anadolu’ya göç yeni yerleri fethetme, ganimet elde etme ya da doğudan gelen (gelme olasığı olan) tehlikelerden uzaklaşma güdüsüyle mi yapılmıştır? Bunun altında yatan başka nedenler olabilir mi?
Reha ÇAMUROĞLU kitabında “Halk İslamı” ve “Resmi İslam” anlayışına yer veriyor. Buna göre Halk İslamı, uzlaştırıcı evrene sahip heterodoks bir İslam inancıdır. Resmi İslam inancı ise Selçuklu yönetiminin benimsediği savaşçı evrende, ortodoks yani katı İslami kurallara bağlı, bu yönüyle Türkmen Kültürü’nden uzaklaşmış bir İslam İnancıdır. Bu teziyle Selçuklular içinde bir ayrışmanın var olduğunu vurguluyor. Selçuklu içindeki bazı oymakların -bir yerleştirme ve sorun çıkartan aşiretlerden kurtulma politikası olarak- uç noktalara sürüldüğünü belirtiyor: (44)
“Karahanlılar döneminde Ahmed Yesevi (ölümü 1166) geniş Türkmen kitlelerinin anlayabileceği bir dille İslam’ı popülerleştiriyor. Ama özellikle Yesevi’nin girişimi, aynı zamanda Türkmen kitleleri arasında doğacak Halk İslamı’nın bir ilk noktası olurken Anadolu’ya henüz girmemiş Türkmenler üzerinde en etkilisi oluyor. (45) Bizans, Selçuklu vs. çevre devletlerin evrenleri dışında Türkmenler’in ve yerlilerin (46) uzlaştırıcı bir evren çevresinde Anadolu’ya ve taşıdıkları değerleri paylaşmalarıdır. Bizce Türkmenler’in Anadolu’ya yerleşmelerini sağlayan asıl önemli etken budur.” (47)
“Hıristiyan Anadolu İslamlaşırken heterodoks akidelere sahip Nasturiler, Paulicanlar, (48) Montanistler…. ve de Gregoryenler’in çoğunlukla İslam’ın da heterodoks yanına intisap ettikleri bir vakıadır. Ünlü Bektaşi şairlerinden Harabi ve ayrıca Aşık Vartan, Civan Ağa, Zeki, Nikabi, Hayrani, Çoşkuni ve daha başkalarının Ermeni kökenli olmaları, keyfiyeti teyit ediyor.” “Gerçekten Sivas-Erzurum-Divriği üçgeni, Alevi yayılmasının coğrafi merkezini teşkil edip Bizans devrinde Paulican hereys’sinin çoğrafi yayılmasına tekabül etmektedir. Alevi-Bektaşiler’in temel dogmalarından biri olan eline, diline, beline yasağının Montaniste kökenli olduğunu tespit etmek ilginç olup Saint Augustin’de (De Moribus Manichaeorum) rastlanır.” (49)
Anadolu’ya göç ve Anadolu’ya özgü bir İslami anlayışın oluşmasında Türkmenler ile Anadolu’da yaşamakta olan halkların, benzer halk inançlarına sahip olmalarının oldukça etkili olduğu söylenebilir. Bu konuda Ahmet Yaşar OCAK’ın tespitlerini aktaralım:
“Hızır veya Hızır-İlyas’ın Saint George’dan başka, Doğu Anadolu-Kızılbaşları arasında, Ermeniler’in büyük bir kudsiyet izâfe ettikleri Saint Sergios ile özdeşleştirildiği tespit edilmiştir. Özellikle Dersim Kızılbaşları’nın eskiden bu azize ait manastır ve kiliseleri kendilerine aitmiş gibi ziyaret ettiklerini yine Hasluck naklediyor. Ona göre, bu yörenin daha batısında Saint Georges ve Saint Théodore kültü nasıl Hızır’la birleştirilmişse, Doğu Anadolu Kızılbaşları da Ermeniler dışındaki Hıristiyanlar’a pek bir şey ifade etmeyen Saint Sergios kültünü Hızır’la birleştirmişlerdir.” (50)
Malazgirt ve Miryokefalon Savaşları’ndan sonra Anadolu, Türkmenler’in yurdu olmaya başladı. Türkmenler, Selçuklu hükümdarlarına karşı, devletin nimetlerinden faydalanamamaktan kaynaklanan kırgınlıklarını hiçbir zaman gizlememişlerdi. Onlar taht mücadelelerinde açıkça mualiflerin yanında yer alıyorlar (51) ve devlete karşı muhalefeti destekliyorlardı. Selçuklu hükümdarları Türkmenler’in rahatsızlıklarını bildiklerinden tedbir olarak onları ya devlet idaresine girmekte direnen ve kontrolu güç olan dağlık bölgelerdeki topluluklara karşı denge unsuru olarak kullanıyorlar ya da uçlara sevk ederek Ermeni, Gürcü ve Bizans topraklarında yağmalar yapmalarına ses çıkarmıyorlardı. Bu politika aslında Selçuklu sınırlarının Hıristiyan ülkeler aleyhine genişlemesinin değişik yöntemi idi. Siyasi sınırlara hiçbir zaman riayet göstermeyen konar-göçerler, sık sık Bizans veya Ermeni topraklarına giriyorlar, yerleşiklerin ekinlerine ve köylere zarar veriyorlar, bu surette sınır boylarındaki ahalinin daha içerilere gitmelerine yol açıyorlardı. Böylece otlaklar ve ziraat alanları elde edilmiş oluyordu. (52)
Türkmenler’in Horasan’dan kalkıp şu anki yerlerine gelinceye kadarki tarihsel süreçte kendilerini, çevre aşiretleri ve sınırları içinde bulundukları devletleri derinden etkileyen toplumsal olaylar meydana gelmiştir. Bunları başlıklar halinde özetlemek gerekirse şöyle sıralayabiliriz:

a) Horasan ve Anadolu arasında Akkoyunlu, Karakoyunlu, Selçuklu, Moğollar ve çevredeki diğer devletler arasında, sonralarında ise -Balkanları’da içine alacak şekilde- Osmanlı, Safevi, Balkanlar’daki devletler, (ve diğer devletler) arasındaki savaşlar, Türkmenler’in diğer boylarla (aşiretlerle) olan sorunları ve göç
Babai, Şeyh Bedrettin, Şahkulu, Celalî ayaklanmaları gibi Proto-Kızılbaş/Kızılbaşlık ile ve/veya Türkmenler ile ilgisi olduğu düşünülen ayaklanmalar.
Yavuz Sultan Selim’in doğu seferi.

Akkoyunlu, Karakoyunlu, Selçuklu, Anadolu Beylikleri, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin aşiretlere bakış açısı ve aşiretleri konuşlandırma politikaları. (53)

Anadolu’daki Proto-Kızılbaşlar’ı kendi safına çekmek için dinsel anlayışını değiştirdiği iddia edilen Safevi hânedânı, kurduğu tarikat ve Anadolu’ya gönderdiği dinsel kimlikli kişiler sayesinde Anadolu’da, Safevi Şia’sı olayını başlatır. Firuz Şah soyundan geldiği söylenen Şeyh Safî’nin kurduğu Erdebil Ocağı sayesinde -aynı zamanda dinsel kimliği olan- Safevi liderleri, 12 dilimli kızıl taç giymeye, kızıl sarık sarınmaya başlamış, müridlerine de, derecelerine göre aynı tacı, sarıklı veya sarıksız olarak giydirmiştir. (54) Nitekim çeşitli kaynaklarda Firuz Şah, Zerrin Külah lakabıyla birlikte kullanılmaktadır. Zerrin Külah, “Kızıl börk (başlık)” anlamındadır. Bazı kaynaklarda Zerrin Külah, “altın sırmalı bir külah”, “sırma takke” ve “kırmızı külah” olarak da ifade edilmektedir: (55)
mezar_tasi1.gif (15301 bytes)
(Bir Bektaşi Babası’na ait 12 dilimli tac başlıklı mezar taşı) (56)
 ” Kızıl tac kabul edildikten sonra, İran’daki Safevi şahlarına tabi olan bu zümreye Sünniler tarafından Kızılbaş denilmiş, aleyhlerine bir çok kötü söylenti ve iftiralar uydurulmuş ve bu ad muhalifleri tarafından daima onları küçük düşürmek için kullanılmış, buna karşılık kendileri tarafından da kızıl elbisenin ve bilhassa kızıl tacın kudsiyetine âit bir hayli hikayeler icat edilmiştir. (57) Bunların Şah Tahmasb zamanında (1524-1576) Bişati adlı şahıs tarafından yazılan ve sonradan, Hatayi mahlası ile şiirler yazan Şah Ismail Safevi (ölüm1524)’ye isnat edilen Menakıb al-esrar bahcat al-ahrar’da ve Otman Baba’ya mensup Alevi-bâtınî zümre tarafından kutb diye tanınan Akyazılı Sultan mensuplarından Egribozlu Yamini’nin Faziletname’sinde bulunmaktadır. (58) ” Nitekim 16. yüzyıldaki olaylara tanıklık etmiş, Şafii mezhebine bağlı bir Kürt olan -Şerefnâme’nin yazarı- Şerefhan kitabında, Safevi yandaşları için Kızılbaş terimini kullanmıştır. Kitabın çevirmeni Mehmet Emin BOZARSLAN, Kızılbaş tabirinin Alevi mezhebinden olanlar için değil, İranlılar anlamında kullanıldığını iddia etmektedir. Bu tespitin doğru olmadığını söyleyebiliriz. Nitekim Safevi Devleti’nin oluşumunda Batı Anadolu’dan dahi gelmiş Proto-Kızılbaş(Alevi) Türkmen gruplarının olduğu bilinmektedir. (59) Bekir KÜTÜKOĞLU’nun tespitini aktaralım:
“Önceleri Osmanlılar’ın alay etme amaçlı kullandıkları bu tanımlama, 1540 tarihlerine doğru artık hayderî (60) (oniki dilimli başlık) tâcın giyilmemeğe başlanmasına rağmen kullanılmaya devam etti. Mesela, Tarih-i Alem-Ârây-i Abbâsi’de Safevi İranlılar bu isimle adlandırılmaktadır.” (61)
Her ne kadar ikinci cümlesiyle yukarıda belirttiğimiz Şerefnâme’nin çevirmeni Mehmet Emin BOZARSLAN’ı doğruluyormuş gibi gözükse de sorun, İran ile ilgili bir tespittir. Nitekim Bekir KÜTÜKOĞLU kendi eserinde de Türkmenlik ve Kızılbaşlık arasındaki yakın ilişkiye sıklıkla vurgu yapar. (62) Şükrî-i Bitlisî, Mardin Kalesi için yapılan savaş sonrası Safevi Ordusu’nun yenilgisini ve bu savaşa katılan Kızılbaş-Türkmenler’in düştüğü durumu alaylı bir şekilde şöyle bir şiirle ifâde etmektedir:
Düşüp hâke (toprağa) kırıldı çok Kızılbaş
Gazâ içün zırhlar döktiler yaş
İderler gerçi dâvâ-yı velîlik
Hezimet (yenilgi) mi olur şan-ı Alî’lik
Anun çün ismi olmuşdur Kızılbaş
Görünür tenlerinde çok kızılbaş
Yakalar yırtuben çâk oldular (parçalandı) hep
Döküldüler kamu (hep) hâk (toprak) oldular hep
Kırmızî taç ile toldı ma’reke (savaş alanı)
Kimi Varsak kimi Menteş kimi Teke
Dutdi yek-ser (baştan başa) gökyüzin şarkî (doğulu) sipâhî (asker)
Elde tiğ (kılıç)-u- dillerinde Şah Şah (63)
19. yüzyıla kadar olan dönemi aktaran kaynaklar Alevi teriminin, günümüz Alevilik’i için kullanıldığına dair bir bilgi vermemektedir. Günümüz Alevilik’inin Kızılbaş terimini reddetmesi, Kızılbaş kavramına yüklenen pejoratif (hakaret dolu) bir anlam kazanmasından ileri geldiği düşünülmektedir. Rafızî, zındık, mülhid, mum söndü yapanlar gibi yakıştırmalar da bu anlam itibariyle Osmanlı yazışmalarında kullanıldığını zannediyoruz. (64) Osmanlı yazışmalarından bir örnek:
“Şehrizol Beylerbeyisi’ne yazılan bir hükümde rastlanan şu ibâre şâyân-ı dikkatir: …Arab Kendümü nam karyede sâkin… nam kimesneler için Kızılbaş, Şah İsmail Şah olalıdanberü er ve avret ve kız ile bir yerde mahlût el ele olup alâmât-ı rafz-ı zâhir ve peydâ eylemişlerdir.” (65) Bir başka yazışma örneği:
“Bilcümle Kızılbaşlar’ın hakkından gelindiği takdirde küllî telef-i nefs olmak lâzım geleceğini arzeden Rum Beylerbeyisi’ne, mülhid ve râfızî olan Kızılbaşlar’ı evleri ve barkları ile alakalarını kesip hisar erleri refâkatinde Kıbrıs’a sürmesi ve fakat Kızılbaş halifelerinin haklarından gelinmesi emredilmiştir.” (66)
Kızılbaşlar’ın Osmanlı’ya karşı birçok isyana katılmış olmaları, Osmanlı Devlet erkanı ve onların etkisi ve idaresindekiler tarafından Kızılbaşlık’a pejoratif bir anlamın yüklenmesinde -siyasi bir tasarruf olarak- etken olmuştur denilebilir. (67)

KISALTMALAR

a.g.e.  adı geçen eser
a.g.m.  adı geçen makalebkz.     bakınız
s          sayfa

KAYNAKÇA

1.ANSİKLOPEDİ VE SÖZLÜKLER:

Felsefe Ansiklopedisi, Orhan HANÇERLİOĞLU, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993.

Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Mehmet Zeki PAKALIN, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1993.

Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ferit DEVELLİOĞLU, 15. Baskı, Aydın Kitabevi Yayınları, 1988.

2. KİTAPLAR:

AKDAĞ, Mustafa, Türk Halkı’nın Dirlik ve Düzenlik Kavgası-Celâlî İsyanları, Cem Yayınevi, İstanbul, Eylül 1995.

                        BAYRAK, Mehmet, Alevilik ve Kürtler, ÖZ-GE Yayınları, 1. Baskı, (?), 1997.
                        BEŞİKÇİ, İsmail, Doğu Anadolu’nun Düzeni, Yurt Kitap Yayın, Ankara, Şubat 1992.
BİRDOĞAN, Nejat, Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşmesi, Alev yayınları, İstanbul, Ekim 1992.
ÇAMUROĞLU, Reha, Tarih, Heterodoksi ve Babailer, Der Yayınları, İstanbul, 1990.
                        DERSİMİ, Nuri, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, İstanbul, Ekim 1997.
                        ERÖZ, Mehmet, Yörükler, Türk Dünyası Ararştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1991.
EYUBOĞLU, Sabahattin, Pir Sultan Abdal, Cem Yayınevi, 5. Basım, Haziran 1997.
FIRAT, M. Şerif, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Türk Kültürü Araştırma Enstütüsü Yayınları, 5. Baskı, Ankara 1983.
GÖKBİLGİN, M.Tayyib, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâdı Fâtihân, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1957.
GÖLPINARLI, Abdülbaki, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1997.
GÜNDÜZ, Tufan, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri 1540-1640”, Bilge Yayınları, Ankara, Ekim-1997.
HALAÇOĞLU, Yusuf, 18. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara.
KÖPRÜLÜ, Fuat, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 5. Basım, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984.
KÜTÜKOĞLU, Bekir, Osmanlı-İran Siyâsî Münâsebetleri, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayını, İstanbul, 1993.
OCAK, Ahmet Yaşar, Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2000.
OCAK, Ahmet Yaşar, Babailer İsyanı-Aleviliğin Tarihsel Altyapısı, Dergah Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1996.
OCAK, Ahmet Yaşar, İslam-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, Türk Kültürünü Araştırma Entitüsü Yayınları, Ankara, 1991.
OĞUZ, Burhan, Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri, Simurg Yayıncılık, İstanbul, Haziran 1997.
ORHONLU, Cengiz, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskanı, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1987.
ÖZ, Baki, Kurtuluş Savaşı’nda Alevi-Bektaşiler, Cumhuriyet Gazetesi Yayını, İstanbul, Ağustos 1997.
                        REFİK, Ahmet, Anadolu’da Türk Aşiretleri, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1989.

SÜMER, Faruk, Karakoyunlular, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1984.
SÜMER, Faruk, Oğuzlar(Türkmenler), 3. Baskı, Ana Yayınları, Eylül 1980.
SÜMER, Faruk, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkleri’nin Rolü, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992.
ŞEREFHAN, Şerefnâme (Kürt Tarihi), Çev: M. Emin BOZARSLAN, Hasat Yayınları, İstanbul, 1990.
ŞAHİN, Osman, Son Yörük, Kaynak Yayınları, İstanbul, Eylül 1992.
TEMREN, Belkıs, Bektaşiliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994.
UĞUR, Ahmet, Yavuz Sultan Selim’in Siyasi ve Askeri Hayatı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 2001.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1988.
YALMAN, Ali Rıza, Cenupta Türkmen Oymakları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1977.
YAMAN, Ali, Alevilik’te Dedelik-Ocaklar, Cep Kitapları Dizisi-2, (Kendi Yayını), İstanbul, 1998.

YAMAN, Mehmet, Erdebilli Şeyh Safi ve Buyruğu, (Kendi Yayını), İstanbul, 1994.

3. MAKALELER ve RAPOR:

EFENDİYEV,Oktay, Safevi Devleti’nin Kuruluşunda Türk Aşiretlerinin Rolü, Yabancı Araştırmacıların Gözüyle Alevilik, Çeviri: İlhan Cem ERSEVEN, Ant Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1997
GÖLPINARLI, Abdülbaki, İslam Ansiklopedisi Kızılbaş Maddesi, Sadeleştiren: Alişan AKPINAR, Folklora Doğru, 63. Sayı, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 1998.
MELIKOFF, Irene, Alevi-Bektaşiliğin Tarihi Kökenleri, Bektaşi-Kızılbaş(Alevi) Bölünmesi ve Neticeleri, Türkiye’de Aleviler-Bektaşiler-Nusayriler, Ensar Neşriyat.
MELIKOFF, Irene, Bektaşilik/Kızılbaşlık: Tarihsel Bölünme ve Sonuçları, Alevi Kimliği, Editörler: T. OLSSON, E. ÖZDALGA, C. RAUDVERE, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Mart 1999.
OĞUZ, Burhan, Anadolu Aleviliği’nin Kökenleri, Folklor ve Etnoğrafya Araştırmaları 1984, Anadolu sanat Yayınları, İstanbul, 1984.
ÖZGÜL, Vatan, Kazdağı Çevresi Tahtacıları ve 5 Telli Saz, Halkbilimi Dergisi, 1. Sayı, Ankara, Güz 1996.
ÖZGÜL, Vatan, Kızılbaşlık’ın Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme, Folklor/Edebiyat Dergisi, 23. Sayı, Yaz 2000.
ÖZKAN, Nevzat, Dede Korkut Kitabı’nda Dini-Tasavvufi Unsurlar, Milli Folklor Dergisi, 21. Sayı, Ankara, Bahar 1994.
SAKATOĞLU, Selçuk, Sarıkeçililer-Toroslar’ın Son Göçebeleri, Atlas Dergisi, Sayı:71, İstanbul, Şubat 1999
SOLAK, İbrahim, Anadolu’da Nüfus Hareketleri ve Osmanlı Devletinin İskân Politikası, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 127, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını, Ağustos 2000, İstanbul.

Dersim, Jandarma Genel Komutanlığı’nın Raporu, Kaynak Yayınları, İstanbul, Ekim 1998.

Dipnotlar:

1) Bu makale, Folklor/Edebiyat Dergisi, 23. Sayıda yayımlanan Kızılbaşlık’ın Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme adlı makalemizin genişletilmiş halidir. (bkz. Vatan ÖZGÜL, Kızılbaşlık’ın Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme, Folklor/Edebiyat Dergisi, 23. Sayı)
Aslında Kızılbaşlık, Safevi Şiası’yla birlikte bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla bu başlığı “Kızılbaşlık’a dönüşecek olan Proto-Kızılbalık’ın Gelişimi, Kızılbaşlık ve Türkmenler” şeklinde algılamak daha yerinde olur.
2) konar-göçerlik (ya da yarı göçebelik): Göçebelikten yerleşik hayata geçiş tarzındaki ara tiptir. Kışı köylerde çadır yerine kaim olan ağaç, taş, tuğla, saz v.s. gibi muhite uygun evlerde geçirip ziraat yaparlar. Daha ziyade hayvancılıkla beraber yürüyebilen hububat ziraatidir bu. Yazın da hayvanlarını alıp yaylalara çıkarlar, çadırda otururlar.(Mehmet ERÖZ, Yörükler, s. 72)
3) Tufan GÜNDÜZ, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri 1540-1640”, s. 14
4) a.g.e. s.15
5) Vatan ÖZGÜL, Kızılbaşlık’ın Tarihsel Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme, Folklor/Edebiyat Dergisi, 23. Sayı, s. 119
6) Nejat BİRDOĞAN, Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşmesi, s. 76; Son beyidin farklı bir versiyonuda şöyledir:Tur’da Musa durup münâcât eyler

Neslimizi sorar isen Hoy’danuz .
(Ahmet Yaşar OCAK, Babailer İsyanı-Aleviliğin Tarihsel Altyapısı, s. 205)
7) a.g.m., s. 120
8) Tufan GÜNDÜZ, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri 1540-1640”, s.19-20
9) Ahmet REFİK, Anadolu’da Türk Aşiretleri, s. v
10) a.g.e. s. vi
11) Müsellim: Eyalet valileri ile sancak mutasarrıflarının uhdelerinde bulunan yerlerin idaresine memur edilenler hakkında kullanılır bir tabirdir. (Mehmet Zeki PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, cilt 1, Müsellim maddesi)
12) Vatan ÖZGÜL, Kazdağı Çevresi Tahtacıları ve 5 Telli Saz, Halkbilimi Dergisi, 1. Sayı, s. 22
13) Vatan ÖZGÜL, Kızılbaşlık’ın Tarihsel Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme, Folklor/Edebiyat Dergisi, 23. Sayı, s. 120
14) Cengiz ORHONLU, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskanı, s. 33
15) Faruk SÜMER, Oğuzlar(Türkmenler), s. 33
16) a.g.e. s. 37
17) a.g.e. s. 41
18) a.g.e. s. 42. Bazı yorumlar bana ait
19) Irene MELIKOFF, Bektaşilik/Kızılbaşlık: Tarihsel Bölünme ve Sonuçları, s. 4, Alevi Kimliği.

20) bkz. Ahmet Yaşar OCAK, Kalenderîler, s. 83

21) Mehmet ERÖZ, Yörükler, s. 23. (Kısaltmalar bana ait)
22) Faruk SÜMER, Oğuzlar(Türkmenler), s. 42-43 (Kısaltmalar bana ait)
23) a.g.m. s. 121
24) Belkıs TEMREN, Bektaşiliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu, s. 23
25) a.g.m. s. 122
26) Osman ŞAHİN, Son Yörük, s. 35-36
27) a.g.m. s. 122
28) Müsteşrik: Doğu topluluklarının tarihini, dilini, edebiyatını ve folklorunu araştırmakla meşgul olan âlim, oryantalist. (Ferit DEVELLİOĞLU, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, müsteşrik maddesi)
29) Abdülbaki GÖLPINARLI, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, s. 47
30) Fuat KÖPRÜLÜ, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 252
31) Nevzat ÖZKAN, Milli Folklor Dergisi, 21. Sayı, s. 67-73; (Kızılbaş) Türkmenler’de Ağaç ve su kültü için bkz. Ahmet Yaşar OCAK, Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri.
32) Dedelik konusunda daha geniş bilgi için bkz. Ali YAMAN, Alevilik’te Dedelik-Ocaklar, s. 18-70
33) Proto: ilk ya da erken şeklinde düşünebiliriz. Proto-Kızılbaşlık derken Safevi Şiası öncesi Anadolu’da dağınık, göçebe ya da yarı-göçebe halde yaşayan Heterodoks-Bâtınî (gayrı Sünnî) grupları kastediyoruz. Sadece cami olgusunu ele aldığımızda, Sünnîleşme’nin yerleşik yaşamla görece daha yakından ilgili olduğunu iddia edebiliriz. Bunun temel mantığı ise sosyolojojik temelli dinsel mimari olgusunda yatmaktadır diye düşünüyoruz. Göçer bir toplumda (betonarme-taş) bina kültürü olabilir mi ?” sorusu kanımızca bizi doğru cevaba götürecek temel sorulardan birisini teşkil eder. Zımnen, bina inşaa etme kültürü ile yerleşik yaşamın, görece daha ilintili olduğu sonucu ortaya çıkar. Elbette günümüzde artık bu olayı irdelemenin pek anlamı kalmamıştır. Toroslar’da göçen Sarıkeçili gibi bir-iki Yörük-Türkmen Boyu’nun haricinde göçebelik genel olarak sona ermiştir denilebilir. (Vatan ÖZGÜL, Kızılbaşlık ve Türkmenler, Karacaahmet Sultan Dergisi, Sayı 63, s. 28; bkz. Selçuk SAKATOĞLU, Sarıkeçililer-Toroslar’ın Son Göçebeleri, Atlas Dergisi, Sayı:71, s. 46-59)
34) Vatan ÖZGÜL, Kızılbaşlık’ın Tarihsel Gelişimi ve Türkmenler Üzerine Bir Deneme, Folklor/Edebiyat Dergisi, 23. Sayı, s. 123
35) Abdülbaki GÖLPINARLI, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, s. 254. Ayrıca bkz. Ahmet Yaşar OCAK, Kalenderîler.
36) Faruk SÜMER, Oğuzlar(Türkmenler), s. 61
37) Tufan GÜNDÜZ, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri 1540-1640”, s. 20-21
38) Faruk SÜMER, Oğuzlar(Türkmenler), s. 66-67
39) bkz. a.g.e. s. 67-70. Kısaltmalar ve bazı yorumlar bana ait
40) bkz. Tufan GÜNDÜZ, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri 1540-1640”; Faruk SÜMER, Oğuzlar(Türkmenler)
41) Ayrıntılı bilgi için bkz. Faruk SÜMER, Oğuzlar(Türkmenler)
42) bkz. Tufan GÜNDÜZ, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri 1540-1640”, s. 21-22
43) bkz. İsmail BEŞİKÇİ, Doğu Anadolu’nun Düzeni, s. 106, 108-109; Faruk SÜMER, Oğuzlar(Türkmenler)
44) Ayrıntılı bilgi için bkz. Reha ÇAMUROĞLU, Tarih, Heterodoksi ve Babailer.
45) a.g.e. s. 94-95
46) Yeni-Platonculuk’la (yeni eflatun felsefesi), Paulicien (Pavlos) hareketiyle dolu Anadolu’daki Heterodoks Hıristiyan halk kitlesi kastediliyor. Yeni Platonculuk hakkında bilgi için bkz. Orhan HANÇERLİOĞLU, Felsefe Ansiklopedisi
47) Reha ÇAMUROĞLU, Tarih, Heterodoksi ve Babailer, s. 110-111. Kısaltmalar ve bazı yorumlar bana ait.
48) ya da Pavloslar. Daha geniş bilgi için bakınız Burhan OGUZ, Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri, 2.cilt, s. 11-35
49) Burhan OĞUZ, Folklor ve Etnoğrafya Araştırmaları 1984, s. 367-368; Genel anlamda Anadolu’da yaşamış olan Hıristiyan tarikatlar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Burhan OGUZ, Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri, 2.cilt, “Son Dönem Hıristiyan Anadolu Heresyleri”
50) Ahmet Yaşar OCAK, İslam-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, s. 134
Burada Hasluck’un anlattığı ya da alıntıladığı bilgi Captain L. Molyneux-Seel’in “The Geographical Jaournal”da Temmuz-Eylül 1911’deki sayısında yayımladığı “A Journey in Dersim” adlı makalesinden alınmış olsa gerek. Ya da en azından Hasluck’un aktardıkları ile L. Molyneux-Seel’in aktardıkları birbirlerini tutuyor.
“12 İmamlar için 12 gün ve 3 gün de”Keder Ellaz” için oruç tutarlar. “Keder Ellaz”, bir “saint”dir ve sadece “Oriental Takvim”de var. “Keder Ellaz”, Ermeniler’in “St. Serkis” dedikleri figürdür. Kızılbaşlar, Ermeni kiliselerini de ziyaret ederler. Bu kiliselerin en büyük “Saint”, St.Serkis’dir.” (Mehmet BAYRAK, Alevilik ve Kürtler, s. 360)
51) Tufan GÜNDÜZ, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri 1540-1640”, s. 25
52) a.g.e. s. 25-26
53) Ayrıntılı bilgi için bkz Mustafa AKDAĞ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası-Celâlî İsyanları; İsmail BEŞİKÇİ, Doğu Anadolu’nun Düzeni; Reha ÇAMUROĞLU, Tarih, Heterodoksi ve Babailer; Dersim, Jandarma Genel Komutanlığı’nın Raporu; Nuri DERSİMİ, Kürdistan Tarihinde Dersim; M. Şerif FIRAT, Doğu İlleri ve Varto Tarihi; M.Tayyib GÖKBİLGİN, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâdı Fâtihân; Yusuf HALAÇOĞLU, 18. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi; Bekir KÜTÜKOĞLU, Osmanlı-İran Siyâsî Münâsebetleri; Ahmet Yaşar OCAK, Babailer İsyanı-Aleviliğin Tarihsel Altyapısı; Burhan OĞUZ, Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri; Cengiz ORHONLU, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskanı; Baki ÖZ, Kurtuluş Savaşı’nda Alevi-Bektaşiler; Ahmet REFİK, Anadolu’da Türk Aşiretleri; Faruk SÜMER, Karakoyunlular; Faruk SÜMER, Oğuzlar(Türkmenler); Faruk SÜMER, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü; İbrahim SOLAK, Anadolu’da Nüfus Hareketleri ve Osmanlı Devletinin İskân Politikası, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 127, s. 157-192; İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri.
54) bkz. Abdülbaki GÖLPINARLI, İslam Ansiklopedisi Kızılbaş Maddesi, Sadeleştiren: Alişan AKPINAR, Folklora Doğru, 63. Sayı, s,80
55) Mehmet YAMAN, Erdebilli Şeyh Şafi ve Buyruğu, s. 13

56) Şahkulu Sultan Dergahı Mezarlığı, Merdivenköy, İSTANBUL.
57) Pir Sultan Abdal’ın bir deyişinde şu mısralar yer almaktadır:”Gidi Yezid bize Kızılbaş demiş Meğer Şah’ı sevmiş dese yoludur.” (Sabahattin EYÜBOĞLU, Pir Sultan Abdal, s, 162)

58) Abdülbaki GÖLPINARLI, İslam Ansiklopedisi Kızılbaş Maddesi, Sadeleştiren: Alişan AKPINAR, Folklora Doğru, 63. Sayı, s,80
59) bkz. ŞEREFHAN, Şerefnâme, s. 65 (bkz. Faruk SÜMER, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü; Oktay EFENDİYEV, Safavi Devleti’nin Kuruluşunda Türk Aşiretlerinin Rolü, Yabancı Araştırmacıların Gözüyle Alevilik, s. 30-42; Bekir KÜTÜKOĞLU, Osmanlı-İran Siyâsî Münâsebetleri) Bu konuya ileride değineceğiz.
60) Kastedilen Hüseynî tac da olabilir. Nitekim haydari-haydariyye, bir çeşit derviş hırkası olarak tanımlanmaktadır. (bkz. Abdülbaki GÖLPINARLI, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, s. 154, 320, 321, 322, 401, 414, 415)
61) Bekir KÜTÜKOĞLU, Osmanlı-İran Siyâsî Münâsebetleri, s. 2.
62) bkz. a.g.e.

63) Ahmet UĞUR, Yavuz Sultan Selim’in Siyasi ve Askeri Hayatı, s. 88

64) Rafizilık, Zındıklık, Mülhidlik tanımları, tarihselve dinsel alt yapısıyla ilgili olarak bkz. Ahmet Yaşar OCAK, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler. Kızılbaşlar’a bu yakıştırmaların Osmanlı yazışmalarında kullanılması ve Osmanlı-Safevi siyaseti ile ilgili olarak bkz. Bekir KÜTÜKOĞLU, Osmanlı-İran Siyâsî Münâsebetleri.
65) Bekir KÜTÜKOĞLU, Osmanlı-İran Siyâsî Münâsebetleri, s. 33.
66) a.g.e. s. 11. Türkmenler’in Kıbrıs’a sürülmesi ile başka belgeleri görmek için bkz. Ahmet REFİK, Anadolu’da Türk Aşiretleri.

67) Vatan ÖZGÜL, Kızılbaşlık ve Türkmenler (2), Karacaahmet Sultan Dergisi, Sayı:64, s. 31. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Irene MELİKOF, Alevi-Bektaşiliğin Tarihi Kökenleri, Bektaşi-Kızılbaş(Alevi) Bölünmesi ve Neticeleri,Türkiye’de Aleviler- Bektaşiler- Nusayriler, Ensar Neşriyat, s. 17-34

Türkemiş Türkmen  Yörükleri:15-17 Yüzyıllar arasın da Gölhisar  Yörükanı diye  de anılırlar.Hamit Sancağının en önemli yörük  aşireti idiler. Gölhisar, Yeşilova, Tefenni,Burdur’a  kadar yayılmışlardı . Hatta  Bucak   ve Ürkütlü’ doğru kayanlar da  vardı.   .Türkemiş Türkmen  Hası  olan Burdur iline onların adları  1630 dan  1860 lara kadar isim babalığı yapmıştı.
 Türkemişlerin   Obaları-Beyler obası Bey köyü kuranlar
Kara Dorular-Ağlanlılar (Ağa Alan)  -Büyük ve Küçük Alan Köylerini  kuranlar
Tonbadinler.-Pınar başılılar aynı addaki Pınarbaşı köyünü kuranlar.
Alakırlılar- Tefenni de Alakır Köyünün ilk sakinleri ,1873 de mevcut olan Alakır Köyünü bu gün göremiyoruz.Ancak adlarını taşıyan ova halen  vardır.
Tefenni Yörükleri Tefenni’yi  ilk kuranlar.
Bulak Yörükleri,İmanç Bölüğü.Tabaçlılar. Üyüklüler:.Tefenni Üyük Köyü banileri.
Emetliler.-Kılçanlılılar.Karamanlı Kılçan Köyünü ilk kuranlar.
Develiler-Karamanlı Yörükleri.Adın dan da görüleceği üzere Karamanlı ilçesinin  kurucuları oldular.
Ovacık Bölüğü .Tefenni Ovacık Köyüne yerleştiler.
 Demir Beyli  Bölüğü.-Firuzlular.Zamanımızın Harmankaya  Köyünü kuranlardır. Daha sonra bir kısmı Karamanlı’ya yerleştiler.Halk arasında Ferizli’ler de denir.

Beydemirliler cemati-.Ürkütlüler:Ürkütlü yü kuranlar. Ürkütlü Yörüklerinden 1960 larda  hala  Adana – Mersin çevresinde konar göçer olarak  yaşayanlar vardı.
Parslular Bölüğü. -Kara Haydarlılar Bölüğü.Acarlar Bölüğü,Işıklar Bölüğü.Ne var ki  bu isimlerin bazıları yaşadıkları çevrelerin adı da olabilir. Türkemişler zamanla  çoğalmışlar  ve yerlerine sığamayınca bazıları Menteşe’ye ,Antalya’ya, Bergama ılıcasına  dağıtılmışlardı. Rumeli’ye  sürgün edilenler arasın da oldukları vakidir.
Ali Fahrettinli: Gölhisar da 16.ve 17 Yüzyıllarda görülen bu Türkmen taifesi Türkemiş’ ten sonra en kalabalık   Yörük taifesiydi Malumlu ve Yazır bölükleriydi.
Erle Yörükleri: Kollar,Çepniler,.Düden Delisi. Kara Mahmutlar. Çardak Yörükleri .Çardak Köyünün kurucuları.
Bucak Yörükleri: Eskiden beri yoğun bir yörük  bölgesidir.Ilıman iklime sahip olduğundan   bölge yörük’ler için cazipti.Melli (Milli)  çevresinde  adları geçen küçük bölükler ise: Adil ve Umur, Bayat, Kara  Özlü,Çakırlar, Kayı ,Kayı Ece,Milli  diğer deyişle Melliler       Yakın tarihe kadar Teke Sancağının önemli bir Yörük   taifesiydi.
Melliler veya Milliler:Bazı araştırıcılar Mellilerin Avşarlardan  bazıları da Peçenek(Becene)ler  den çıktıklarını  iddia ederler.  Bucak ilçesinin bir bölümüne 15.Yüzyıl dan beri Milli Nahiyesi  veya Milli Kazası denmektedir.Bu adı  taşıyan  Melli   ya da Milli Yörükleri o çağdan  yakın zamanımıza kadar bu  hayat  tarzını   bölgede devam ettirmişlerdir.
Melli Yörüklerinin cemaatleri(bölükleri)Adil,Akbük,Bayat Bayır,Çakırlar,Eşen,Gelesin,Germegi,İsaSazı,Kabaağaç,Kayadibi,Kayı, Kayı Ece,Milli,Kum Beyi,Süleoğulları,Susuz,Taşcı.Bu isimler dolaştıkları yerlerden alabilecekleri gibi özgün adları da olabileceği unutulmamalıdır(Behset  KARACA, 15 ve  16 Yüzyıllarda Teke Sancağı .Sayfa:166.189. 2002 Isparta)

Emirhan Oğlu yörükleri. Kışla cemati.Küreciyanlar,Kızıl İshaklar cemaati(Hüseyin Özçelik,Tarihten Bugüne Bucak-Oğuzhan . S.D.ÜNİVERSİTESİ. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta 1999)
Bucak’ta kışlayıp Sultan dağlarına çıkan yörükler. Sarı Keçililerdi. Bir diğer kolu Eşeler dağına göçerdi. Karaağan Dağları onlar için önemli idi.Sarı Keçililerden başka:Dağlılar,Odabaşlılar,Kötekliler. Sarı Musalar,Honam’lılar  bölükler yakın tarihlere kadar bu civarda  yaşarlardı.
Ayrıca Saçı Karalı, Hacı İbrahim’ liden bazı  bölükler Bucak ve çevresine yerleşmişlerdir.
Danişment Türkmenlerinin iskanı:1701 senesinde bir fermanla iskanları emredilen bu Türkmenler uzun süredir,Anadolu da dolaşıyorlardı. İskan sahalarından biride Hamit Sancağıdır.Sandıklı’dan başlayıp Keçiborlu ve Irla’ya. Baklan  Kazalarına kadar olan sahaya yerleştirildiler.Söğüt dağları çevresi  iskan sahaların dan biriydi. Erle –Irla ( Yeşilova)’ ya yerleşenler.Karalar Cemaati: Önce Çardak Köyüne yerleştiler.Daha sonraları etrafa zarar verdiklerinden kaldırıldılar bir kısmı Kıprıs’a sürüldü. Bu ilçemizin Kara Köyünü kurdular.
Buralarda da boş durmadılar. Civanşirlerden  Horozoğlu diye biri şakilik de yapmıştı; o yıllarda:adı Horoz Köyüne hatıra kaldı:(Pr. Dr. Yusuf Hallaçoğlu,Osmanlı İmparatorluğunun İskan siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi.Say.81,82  Ankara 1991

8-Çeşitli zamanlarda Burdur iline yerleşen  bazı  aşiretler ve cemaatler :
-Karamusalı Yörükan taifesi Tefenni Karamusa Köyü.
-KaratekeliYörükleri: Çavdır Anbarcık Köyüne bir bölük 19.Asır sonlarına doğru yerleşmişlerdir.
-Kolucak (Kolçak): Gölhisar Türkmen taifesi
-Oğuzhanlı:15.yüzyılda Karaman Beyliğinde Mut dolaylarında bir beyin adını alan bu aşiret Bucak ilçesine adını veren Türkmen taifesidir.Anamur,Gülnar ve Mut’a da yerleşmişlerdir.Bozdoğan Yörüklerinin bir kolu olan  bu  Toroslar boyunca batıya doğru dağılmışlar bir kısmı da Bucak ilçesine yerleştikleri anlaşılıyor.1588 yılında Teke Yörükleri içinde Haymanaların içinde isimlerine rastlıyoruz. 20.Yüzyıl başlarında bu ilçenin adı Burdur’a  tabi  Oğuzhan Nahiyesi olarak  yazılıp çizilmektedir.
-Beyliler  Türkmen Taifesi Kemer’e yerleşmişlerdir.
Saçı Karalılar:19.yüzyılda bu aşiretin bir kısmının Burdur ,Denizli ve Isparta’ya yerleştirilmesi için irade yayınlanmıştı.
-Sarıkeçili Yörükleri:Vatan-ı aslileri bugünkü Bucak Karağan Dağlarından başlayıp Kemer ilçesine kadar olan Burdur’un Güneybatı dağlarıdır.Otuz yedi köye iskan olmuşlardır.Konya’dan Tokat’a,Isparta’ya ve diğer illere buradan dağılmışlardır.Kemer Sarıtaş Yörükleriyle karışmışlardır.(Osmanlılar zamanında  bu aşiretle ilgili bol miktarda  Şeriye sicili tutulmuştur.Burdur şeriye sicilleri 198/1 nolu defter,353 nolu sicil,1797 ; 17 Cemazil ahir 1836 Tirkemiş Voyvodasına  emir,Isparta Şeriye sicili 180 nolu defter.
-Yeni Osmanlı Yörükleri:Burdur ve Gölhisar’a yerleşmişlerdir.Bazı bölümü Antalya’dadır.
-Burhanlılar:Asıl Güneydoğu Anadolu Türkmenleridir.Çukurova’da yoğundurlar.Gölhisar Çukuru köylerine küçük grupları yerleşmiştir.Çavdır ,Yamadı Köyü, Kayıcık Köyü,Hisarardı,Uylupınar gibi
-Bıyıklı Yörükleri:Burdur ve Antalya’ya yerleşmişlerdir.
-Cerit: Konar göçer Türkmen yörüğü.Burdur ve Gölhisar’a iskan olmuşlardır.  Halk arasında titiz insan manasına  gelir.
-Bozulus, nam-ı diğer  Tabanlı Türkmen ulusu:Burdur kazasına yerleşmiştir.(Burdur şeriye sicilleri 8 nolu defter,  1833 tarih ,38 nolu sicil)
-Çubuklu göçeri:Burdur kazası Türkmen taifesidir.
-Deremilli (Dirmilli) :Bugünkü Dirmil’i kuranlar, yörük taifesindendir.Alanya’da da bir bölüğü vardır.
-Eşenli Yörükan taifesi:Kemer’e yerleşmişlerdir.Oğuzlar’ın Dodurga  boyundan çıkmışlardır.
-Eski Yörük:Burdur
-Gerce :Yörükan taifesindendir.Bucak ilçesine yerleşmişlerdir.Yakın zamanlara kadar Çukurova’da   göçebe olanlar vardı.
-Kölegir:Yeşilova (Erle-ırla) Danişmenti Türkmen taifesindendir.
-Gözden göre:Yeşilova.Konar göçer Türkmen taifesindendir.
-Hacılar:Burdur. Oğuzların Döğer boyundan çıkmadır.Hacılar köyü ile Döğer köyünün yakınlıkları dikkat çekicidir.
-Hacı veliler obası:Yörükan taifesindendir. Gölhisar.
-İğdecik delisi:Yeşilova.
-Karaçallı:Yörükan taifesindendir.Burdur.Karaçallı Köyüne Geygel Yörükleri de yerleşmiştir.
-Karakoyunlular:Kızılkaya  köyleri,Kestel dağı çevresi,Kemer Elmacık Köylerine kadar perakende yörüktürler.Yakın zamanlara kadar  konar-göçer durumdaydılar.Kapaklı köyünü kuranlar bu yörüklerdir.
-Karamusaoğlu Bekir:Yörükan taifesinden. Kızılkaya kazası.
-Karaözlü Yörükleri:Ağlasun,Girme kazaları.Antalya’da   oldukça fazladırlar.
-Keçili:Bozulus içinden Türkmen yörükanıdır.Bugünün Keçili köyünü kurmuşlardır.
-Kıllı :Yörükan taifesindendir.Cerit aşiretine bağlıydılar.Ağlasun yörüklerindendir.
-Kızılallı:Çavdır Kızıllar Köyü.  Yörükan taifesindendir.Karaman oğlu Beylerine en çok estek veren Türkmen aşireti olan Bozdoğan Yörüklerinin bir koludur.Bir çok tarihçi onların adını Kızıl ali olarak okumaktadır. Ne var ki Kızılallı olarak okuyanlarda bulunmaktadır.(Yusuf HALAÇOĞLU,18.Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi.sayfa 82,129 ttk Yay.Ankara 1991)  .Nitekim Kızıllar Köyüne yakın köyler buraya  Kızıl Allı demektedirler. İsimlerin halk hafızasının kolay kolay unutmadığına güzel bir misaldir(Üçler BULDUK,Bozdoğan Yörükleri.Yörükler ve Türkmenler Sempozyumu Bildiriler.Sayf. 79 2000 –Ankara).Toroslar boyunca batıya doğru yayıldıkları anlaşılan bu boy mensuplarından bazıları 16.Yüzyıl sonlarına doğru ,Gölhisar çevresinden Tefenni,Hasan Paşa Yörükleri ile  Teke Sancağına geçmişlerdi(Behset KARACA.15.ve16.Yüz yıllarda Teke Sancağı Sayfa164 2002.Isparta).
-Kılavuzlar:Kemer. Yörükan  taifesindendir.Ayrıca 16.Yüzyılda bu bölgede iki köy daha mevcuttu.
-Kulaklar:Boynuyoğunlu aşiretinin bir bölüğüdür.Yeşilova,
-Kutludoğmuşlu:Eskiden  Gölhisar yörük’anındandı.Yeşilova ve Gölhisar’a dağılmışlardır.
-Macarlar:Gölhisar.Yörükan taifesindendir.Türkmen boyları içinde  Macar grupları tarih boyunca hep olagelmişlerdir.Macaristan’dan geldikleri  söylense de Burdur’un bütün köylerinde Macar sülaleleri bugün bile aynı ad altında  mevcutturlar.
-Paşalı:Ağlasun yörükan taifesindendir.Bugünkü Çebişli köyünün kurucularıdır.
-Savcılı:Konar-göçer Türkmen taifesindendir.Güneydoğu ve İç Anadolu’ya dağılmışlardır.Kemer’e yerleşenler vardır.
-Tırtar:Konar-göçer  Türkmen yörükanıdır. Burdur kazası ve Yeşilova  taraflarına.
-Toma Yörükleri:Burdur kazasına yerleşmişlerdi.18.yüzyılda onlarla ilgili  çeşitli yazışmalar mevcuttur.Burdur’ da bulunan Toma yaylağından  da bahsedilir.
-Yapağılı:Yörük taifesindendir.Kütahya-Geyikli kazasından  göç ederek Yeşilova Kırlı köyüne yerleşmişlerdir.Bu yerleşme 1825 tarihine rastlamaktadır. (Burdur Şeriye sicilleri 8/205  , 92 nolu sicil). Yapağılılarla ilgili Burdu r Mahkemesinde 1835 tarihinde  Kütahya’da karıştıkları  bir olayın  mahkemesi yapılmıştı.Horzumun bir koluydular.
-Karakeçili:Kayı Boyundan olan bu ünlü yörük aşiretinin bir kolu günümüz Burdur Halebi köyünün kurucularıdır.Halebi denmelerinin  sebebi  :Halep-Suruç civarında bulunan Karakeçili aşiretinden ayrılarak  bu köye yerleşmeleridir.Gölhisar çukuru köylerine yerleşenlerde görülür .  Büyük Alan köyü gibi.Ayrıca Burdur Güneyyayla (Marmara)köyünü Kara Keçili Yörükleri kurmuşlardır. Çavdır Söğüt Beldesini kuranlarda Kara Keçili’lerdir.
-Çakallar:Söğüt Dağlarından başlayıp Yeşilova Bayındır Köyüne kadar olan köylere  yerleşmişlerdir.Tefenni  civarında  tavattun  eylerlermiş .Bugün bir kısmı Bayındır Köyünde yaşamaktadırlar.
-Haytalar(Saçı Karalar) :Küçük gruplar halinde olsalar da Çavdır-Kozağaç köyüne ve Çeltikçi-Ovacık köyüne yerleşmişlerdir.(Geniş bilgi:Ahmet Refik;Anadoluda Türkmen Aşiretleri,İstanbul,1937.  Cevdet Türkay,Osmanlı Arşivlerine göre Oymaklar,Aşiretler,Cemaatler,İstanbul,1979.  Hüseyin Özcan;Akdeniz Bölgesi ,Ankara,1967)

Kurban Bayramınızı tebrik ederiz

10 Kasım 2010… Saat 09.05 (Günün Fotoğrafı)